HER YÖNÜ İLE HAC İBADETİ-2

 2.BÖLÜM

Haccın Sosyal Yönü:

Haccın sosyal yönü diğer ibadetlerden daha ehemmiyetsiz değildir. Haccın sosyal yönünün en önemli göstergesi, dünyadaki bütün ülkelerden insanların hacca gelmesi ve burada toplanılmasıdır.
Dünya müslümanlarının kardeşliği, burada daha açık bir şekilde kendini göstermektedir. Irk, renk, dil ve bölge farklılığı hatta, sınıf ayrımı yapılmaksızın, müminler bir araya gelirler ve en kusursuz kardeşlik eşitliği içinde, birbirlerine karışırlar, kucaklaşırlar ve dertleşirler.
Dünyada, sadece burada dillerin, renklerin, sınıfların, rütbe ve makamların hiçbir değerinin olmadığı yerdir.
Hiç kimse, burada dünyalıklarıyla övünemez, övünmesi ise kendi değerini düşürmekten öteye geçmez.
Ortak yönleri o kadar çok ki, ayrı kalan özellikler hiçbir değer taşımaz, hiçbir anlam da ifade etmezler.
Çünkü elbiseleri ve renkleri aynı,
Kaldıkları mekanları aynı,
Namaz kıldıkları mescidleri aynı,
Vakfeye durdukları mekanlar aynı,
Nefse karşı mücadele yöntemleri aynı,
Kulluk ettikleri ve önünde eğildikleri, yerlere kapılıp secde ettikleri, Rab’leri aynı,
Rahmet olarak gönderilen Peygambere tabi olma ve sünnetini yaşama heyecanları aynı,
Güllerin güllerine olan sevdaları ve sevgileri aynı,
Uyulması gereken, onsuz insanlığın hiçbir değeri olmayan dinleri aynı,
Müslümanlar burada; kader birliği, yer birliği, mekan ve zaman birliği içindeler. İçerde ve dışarıda beraber yaşarlar ve dini vazifelerini ortaklaşa yaparlar. Belli saatlerde beraberce yürürler ve dururlar, şeytana hep birlikte, aynı siperde, aynı mücadeleyi verirler. Günlerce çadır altında veya açık havada beraberce gecelerler.
Bütün bunlar, müslümanın gündelik hayatında nasıl ki beş vakit namaz, müminin disiplinli olmasını sağlıyorsa, o şekilde hac ibadeti de, müslümanın hayatına bir disiplin ve bir düzen getirir.
Müslüman için hac ibadeti, mahşeri kalabalık ortamında, oluşan bir takım problem ve zorluklara karşı tahammül ederek, kardeşlerinin kusurlarını görmemektir. Kardeşlerine karşı azami sabır ve tahammülü göstermek, onlara gereken yardım ve kolaylığı sağlayacağı bir takım hareketlere girişmesi gerektiğinden, daha duyarlı olmayı öğrenecektir.
Haccın diğer bir sosyal yönü de, bu büyük toplantıya, çok sayıda insanların katılımının sağlanmasıyla, tüm dünya müslümanlarına hacda verilen mesajın, yine buraya gelen hacılar vasıtasıyla ulaşmasını sağlamaktır.
Hz. Muhammed (s.a.s.) kendi haccı sırasında, önemli bir konuşma yapmıştır. Bu konuşma tarihe altın harflerle geçti. Bu konuşma hiçbir müslümanın vazgeçemeyeceği ve kendisine hayat felsefesi edineceği prensipler içermektedir. Hz. Peygamber bu hutbeden üç ay sonra vefat ettiği için bu hutbeye “Veda Hutbesi” denmiştir. Hz. Peygamber, bu hac esnasında, 140.000 müslümanla buluştu ve onlara İslam’
ın temel ilkelerini anlattı.
Bu peygamber ikliminde vahy terbiyesi altında Veda Hutbesinde Peygamber (s.a.s.) hazır bulunan ve kıyamete dek bütün ümmetine hitaben şunları buyurmaktadır:
“Tek bir Allah’a, ayrımcılığa girmeden takvaya,
Ve buna isnaden müminlerin eşitliği;
Her insanın üç hakkının yanı malı, canı ve şerefinin korunması;
Faizin her türlüsünün yasaklanması,
İntikam almanın ve kendini hakim yerine koyup, ferdi hak almanın kaldırılması,
Kadınlara en güzel şekilde davranılması,
Az kimselerin elinde malların toplanılmaması veya malda tekelciliğin oluşmasına engel olması açısından, servetin dağılımı ve dolaşımının sağlanması,
Hayatın bütün alanlarında ve herkes için Allah rızasının ilanı olduğunu beyan etmiştir.”
Hac, her yıl, zilhiccenin dokuzuncu günü Arafat’ta Peygamberin ümmetine verdiği veda hutbesini hatırlamamıza vesiledir. Çünkü bu hutbede bulunan ilkeler ve konulan esaslar, çağlar üstü, tüm insanlara, insanlığın kurtuluşuna özgürlüğüne ve kulların kulluğundan, sadece Yüce Allah’
ın kulluğuna girme anıdır.
Bu beyannameden ancak bin dört yüz yıl sonra, kaleme alınmış olan milletlerarası insan hakları beyannamesi ki, tamamen insanın özgürlüğünü tescil ettirememiş bir çok gerçek özgürlüklerden mahrum ve sakat bir beyanname olarak hazırlanabilmiştir.
Hac, Peygamber efendimizin irad ettiği bu hutbeye, bu gerçek insan hakları beyannamesi bildirgesine, herkesten önce bir müslüman olarak, herkesten daha çok muhtaç olduğumuz ve her zamandan daha fazlaca, sahip çıkmamızı gerektirmektedir.
Hac, müslümanların yıllık kongresi olduğundan, Hz. Ömer bu toplantıya daha sağlıklı bir idari yön kazandırdı. Hac toplantısı kendisi için, bütün vali ve komutanlarıyla en yüksek düzeyde istişare meclisi oluşturma ve belli başlı sorunları tartışma vesilesi ve aynı zamanda da, alınması düşünülen önemli tedbirler için genel bir istişare fırsatı doğardı.
Hacda, mana ve madde ortaklaşa yaşar ve ahenkli bir şekilde bu ikisine işbirliği içinde yürüme fırsatı doğar.
Hz. Peygamber (s.a.s.) buyuruyor: “Hac ve umreyi peşi peşine yapınız. Bu ikisi, körüğün; demir, altın ve gümüşün pasını yok ettiği gibi, fakirliği ve günahları yok eder. Mebrur haccın sevabı ancak cennettir.”
Hac, herkesi kuşatan bir menasiktir. Çünkü her taraftan oraya gönülleriyle gönül dünyalarıyla gelmiş, gönül ehli insanlar, gönül bahçeleri olan Ka’be’de, Mina’da, Arafat’ta Meş’arı’l-Haram’da buluşup, genel toplantı ve seminerler düzenleyerek, ilim halkaları nur ve nurdan alimler, peygamber varisleri; haccı ve haccın menasiklerini, Peygamberin haccını, peygamber iklimine susamış ümmete anlatma fırsatı bulmaya çalışırlar.
Bu ilmi ve fikri, serbest bir seminerdir.
Bu uluslararası, büyük bir sosyal kongredir.
Bu hac toplantısıdır, kapalı kapılar arkasında değil,
Mina vadisinde,
Arafat meydanında,
Müzdelife geçidinde,
Açık havada yalın bir toplantıdır.
Bu toplantılar öyle alçak tavanlı salonlarda değil hiçbir kapısı,
Duvarı, kaydı-küreği, protokolü olmayan gök kubbe altında olan bir toplantıdır.
Bu kongre insanlardan oluşan bir kongre!
Ama koltuksuz, sandalyesiz,
Sahnesiz, mikrofonsuz,
Protokolsüz,
Tüm dünyevi endişe ve kaygılarından, uzak
Ama tüm toplantı ve kongrelerden daha fazla Allah’a yakın
Sunucu, Tebliğci, Müzakereci ve dinleyici
Hep kendisi, yani hacının ta kendisi ve orada bulunan herkestir.
Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “İnsanlar içinde Haccı ilan et. Gelsinler sana; gerek yaya ve gerekse uzak yollardan....“
Çağır insanları bu toplantıya, bu ilahi kongreye,
Gelsinler sana, sevdalarıyla, aşklarıyla,
Hz. İbrahim’in kutlu mücadelesini,
Hz. Hacer’in sevgili yavrusuna olan hasretini ve gayretini,
Hz. İsmail’in göz yaşını, itaat simgesini, şeytana karşı bilinci
Almaya gelsinler ister yaya gelsinler,
İster binek üstünde,
İster yakından,
İsterse uzaktan gelsinler.
Çağır buraya Allah’
ın delegelerini,
Çünkü hacılar Allah’
ın yer yüzündeki delegeleridir.
Delegeler görev bilinciyle, aldıkları mesajın anlamını hazmederek dünyaya ulaştırmak zorundalar.
Schandel’in dediği gibi “İnsanların bulunmadığı bir zaman ve mekanda halk adına konuşmak utanç verici bir yalancılıktır! Zira yalnızca “Allah insanlar adına kararlar serdedebilir. İnsanların hakkı olan tek şey, yeryüzünde Allah’
ın halifesi olarak yaşamaktır”

Kimler Haccetmelidir

Fıkıh kitaplarımızda genellikle hacla ilgili menasikler anlatılırken, öncelikle hac edebilmenin bir takım şartları sıralanır. Elbette bu doğru ve verilmesi gereken bir bilgidir. Bu görevi yerine getirmek için, öncelikle şartları iyice bilmek gerekir. Ancak niçin hac edilmelidir? Hac üzerimizden atmamız gereken bir yük mü? Yoksa bir an evvel günlük işlerimizin arasından çıkarıp, iyice dünyaya dalmamız için bir araç mı? Ticaret hanelerimizde güven telkininden dolayı, daha fazla müşteri, daha fazla kar sağlanması için haccı denilmesinin zarureti mi? Niçin hac edilmeli sorusunu, bizler birbirimize sormamalıyız. Herkes ve hepimiz kendimize sormalıyız? Çünkü cevabı yine bizde veya bendedir. Ben, ben demekten çıktıysam, hac artık bana farz oldu diyebilmeliyim.
Çünkü hac büyük olay, büyük bir sahne, o sahnede yalnız sen varsın. Tek başına ve başroldesin. Sen seyirci kısmında uzakta seyreden biri değil her şeyin senin dışında cereyan ettiğini düşünemezsin.
Çünkü İhramı giyen, evrensel kıbleye varan sensin,
Tıpkı güneşin etrafında dönen gezegenler gibi,
Kabe’nin etrafında dönen sensin,
Safa ve Merve’de Hacer’in gayretini gören ve yaşayan sensin,
Kabe’nin yanında İsmail’in çığlığını ve Hz. Muhammed Mustafa’nın duasını işiten sensin.
Allah’
ın, peygamberine insanları hacca çağır nidasına lebeyk diyen yine sensin..
Adem’in annemiz Havva’yla buluşmasını, rahmet bulvarında, Arafat meydanında onları gören sensin,
Meş’ari’l-Haramda, Allah’a söz vererek cephede savaşmak için silahlanıp, şeytan ve ordularına karşı mermi hazırlayan sensin.
Mina’da sevgiyi yakalamak ve sevgililerle bulunmak,
Peygamberin evrensel davetini ilan ettiği, Medine’den davete icabet etmek, biat etmek için Akabe’de bulunanlarla tokalaşan, onlarla beraber biatini yenileyen yine sensin.

Haccın Farz Oluşunun Şartları

Burada kısa da olsa, hac ibadetinin farz oluşunun şartlarına değinmek istiyoruz. Diğer ibadetlerde olduğu gibi hac ibadetinde de, genel şartlar ve özel şartlar şeklinde belirtebileceğimiz gibi, farz oluşunun şartları veya sıhhat şartları şeklinde de zikretmemiz mümkündür. Farz oluşunun şartları ise sırasıyla şöyledir :

Genel Şartlar:

1- Müslüman Olmak:

İbadetlerin sahih olabilmesi için kişinin öncelikle iman etmiş olması gerekir. Kişi iman etmemiş ise, ibadet etmesi istenmez. Hac ibadeti için de müslüman olmak şarttır. Kafire hac farz olmadığı gibi yapmış olsa bile haccı sahih değildir. Müslüman için zikredilen mükellefiyet şartlarından biri de, İslam olma şartıdır.
Mekke ve Medine’ye yani harem bölgesine, gayri müslimlerin, peygamber döneminden itibaren bugüne dek girişleri yasaklanmıştır. Müslüman olanların dışında bu iki kutlu beldeye kafirlerin girmesini engelleyen yollar yaptırılmış, bunu engellemek için kimlik aramaları yapılmaktadır.
Kâfire hac farz olmaz. İbâdeti edâ ehliyeti bulunmadığı için, onun yapacağı hac geçerli değildir. Münkir hac yapsa, sonra İslâm’a girse, ona İslâm’
ın haccı farz olur. Hanefîlere göre, kâfir şeriatın fürûu ile muhâtap olmadğı için haccı terkten dolayı ayrıca hesaba çekilmez. Çoğunluk hukukçulara göre ise o, fürû (İslâmî emir ve yasaklar)a da muhâtaptır ve âhirette bunlardan da hesaba çekilir.

2- Buluğ ve Akıl:

Buluğ çağına girmiş ve mükellef olmuş kişilere hac farzdır. Buluğ çağına ermemiş çocuklara mümeyyiz de olsa hacc farz değildir. Akıl da buluğ şartı gibi, haccın farz oluşunun şartlarından biridir. Teklifiyetin genel şartları üçtür: İslam, buluğ ve akıldır.
Hz. Peygamber efendimiz şöyle buyurmaktadır
“Uç kişiden kalem kaldırılmıştır. Uyuyandan uyanıncaya, çocuktan ergenlik yaşına, deliden akıllı hale gelinceye kadardır.”
Çocuk ve delinin haccetmesi nafile ibadet sayılır, çocuk ergenlik çağına girdikten sonra imkanların oluşmasından dolayı haccetmelidir. Deli olan kişinin durumu da, çocuk olan kişinin ki gibidir, aklı başına gelince haccetmelidir. Ancak delirmeden önce haccetmiş ise, delirdikten sonra tekrar aklı başına geldiğinde bu kişinin tekrar haccetmesi gerekmez. l
Çocuklar ve akıl hastaları hacla yükümlü değildir. Çünkü bunlar şer’î hükümlerle yükümlü tutulmamışlardır. Akıl hastasının yapacağı hac veya umre, ibâdet ehliyeti bulunmadığı için sahih olmaz. Bu ikisi hac yapsa, sonra çocuk büluğ çağına ulaşsa, akıl hastası iyileşse bunlara hac farz olur. Çocuğun büluğdan önce yaptığı hac, nâfile sayılır.
Akıl hastalığı, bayılma, sarhoşluk ve uyku; ihrâmı ortadan kaldırmaz. l

3- Hür Olmak:

Köleye, hür olmayana, esir olana, tutukluya hac farz değildir. Çünkü hac ibadeti için hem mal ve hem de hac yapacak kadar zamanın yanında, diğer imkanların oluşması gerekir. Hac ibadetinde belli bir zamanı, belli yerlerde geçirmek zorunluluğu vardır. Tüm bu olanakların kölede, hür olmayan ve tutsak olanlarda olması düşünülemez. Şayet köle efendisiyle haccederse haccı sahih olmakla beraber, hürriyetine kavuştuğunda, imkanı oluşursa hac üzerine farz olur.
Haccın farz oluş şartlarına baktığımız zaman bu şartların bir takım hikmetlerinin olduğunu görüyoruz. Tüm bunlar, hac ibadetinin ne denli önemli bir ibadet olduğunu göstermektedir. Bu ibadeti yerine getirmek isteyen kişinin, öncelikle Allah’a iman ettiğini ve onun rızası doğrultusunda, bütün emirleri kabul ettiğini, yasakladıklarından kesinlikle kaçınacağını, taahhüt etmiş ve imzalamış olması gerekir. Haccın bir sözleşme olduğunun idraki içinde, ne gibi prensiplere uyacağını ve şartları bilinçli bir şekilde imzaladığının şuurunda olması gerekir.
Hacc için teslimiyet şarttır. Çünkü Allah biz kullarını kendi evine çağırdığında O’na Lebeyk Allahumme Lebeyk dememiz gerekir. Hazır olmayan kişi neye ve niçin Lebeyk diyeceğini nasıl anlayabilir? Bu iş iman işidir, gönül işidir, lebeyk nidasında nelere lebeyk dediği idraki içinde olma işidir.
Buluğ çağına girmemiş kişilere, haccın farz olmaması da, bu ibadetin ne derecede ehemmiyetli olduğunu gösterir. Bu ibadet tam bir idrak ve şuur içinde hissedilerek, yaşayarak yerine getirmenin zorunluluğunu ortaya koymaktadır.
Kısacası günlük hayatımızda, bazı işlerin önem ve mahiyetini ifade ettiğimizde, muhatabımıza bu iş çocuk işi değildir diyoruz. Evet hac işi de çocuk işi değildir; aynı zamanda hac görevini kendi başına yerine getiremeyenlerin de işi değildir. Akıllı insan düşünebilen insan, kime niçin vardığını, bu kongrede üstlendiği rolün, amaçlanan hedeflerin anlam ve idraki içinde olduğunu bilir.
Hac ibadeti; özgürlüğün, değişimin ve Allah’a hicretin adıdır. Dünyanın külfetinden, hayatın problemlerinden soyutlanmamış kişi hür değildir; malı ve mülküyle, Allah’
ın rızasını kazanmak için, çoluk çocuğuyla gönül bağını koparmamışsa, kişinin hürriyetine kavuşması ve özgürlüğünü elde ettiğini söylemesi düşünülemez. Hür olmayanların, akılları ve zihinleri tutsaklık esaretinde ve bağımlılık zincirlerini kıramamış olanların, hiçbir tarihte özgürlüklerini kazandıkları görülmemiştir ve asla bir değişimin önderleri de olamamışlardır.
Hür iradeyle ve herhangi bir ideolojinin tutsağı, mal ve mülkün kölesi, nefsinin esaretinde olmadığı zaman, mümin kişi o zaman hac görevini liyakatiyle yerine getirebilir.
Uzun çok uzun bir yoldayım,
Gidip de bir türlü ulaşamadığım,
Bir türlü engelleri aşamadığım,
Dağ taş ova vadilerden geçmeme rağmen, bir türlü varamadığım,
O kutlu o mutlu ve o mübarek o emin beldeye
Yüz süremedim, göz göze gelemedim,
engeller engeller, elime vurulan kelepçeyle
hür olduğum haykırılıyor,
Bir de şuna bakın! Kanadı kırılmış bir kuşa
Uçması için özgürlük hakkının verilmesi ne anlam taşır,
Hep yakınındasın ama biat elimi uzatamıyorum,
Vakfe’deyim ama bir türlü vakfe’ye duramıyorum,
Meş’ari’l-Haram’dayım, ama Allah’
ı anmak için oraya varamıyorum.
Kardeşlerimle aynı siperlerdeyim
Ama vuruşmak, savaşmak için, mermiler hazırlayamıyor,
Onlarla beraber olamıyorum.
Ama onları görüyor ve onları hissediyorum!
Ne olur Ey Allah’
ın davetine Lebbeyk diyenler!
Benim için de bir mermi alınız, bir taşı da benim için atınız.
Kabe’ye bir selam da benden götürünüz,
Haceri’l-Esved’i adıma İstilam ediniz,
Makam-ı İbrahim’de iki rekat namazla miraca ulaşınız,
Ne olur? Benim yerime de bir yudum zemzem içiniz,
Benim için de oraların şefaatçı olmasını isteyiniz,
Dua ve niyazlarınızda bizi de unutmayınız,
Peygamber-i Zişane, gönüllerimizin sultanına
Bir selam da bizden götürünüz.
Bedenime düşmüş bir kor ateşi gibi yanmaktayım,
Ona varamamak,
Onunla konuşamamak,
Onunla dertleşememek ne kadar elem verici Allah’
ım!
Yüzümüz kıble’de,
Kabe’nin dört bir tarafında,
uçsuz bucaksız yüceliğinde,
Beyt-i Ma’mur’da,
Meleklerin etrafında pervane olduğu Kabe-i Muazama’da. l

4- Vakit:

Arafat’ta vakfe ve ziyâret tavafı için belirli vakitlere yetişmedikçe hac farz olmaz. Şu âyetler haccın vakitli bir ibâdet olduğunu gösterir:
“Sana yeni doğan ayları (hilâlleri) sorarlar. De ki: ‘O, insanların faydası ve özellikle hac için vakit ölçüleridir.” (Bakara: 2/189)
“Hac ayları, bilinen aylardır.” (Bakara: 2/197).
Hanefî ve Hanbelîlere göre hac ayları: Şevvâl, Zilkade ve Zilhicce’nin ilk on günüdür. Bu, Abâdile adıyla anılan İbn Mes’ûd, İbn Abbâs, İbn Ömer ve İbn Zübeyr’den nakledilendir. “En büyük hac (hacc-ı ekber) günü, kurban bayramı günleridir” hadisi delil olarak gösterilir.
Bu sürenin dışındaki vakitler, farz hac için ihrama girmeyi ve haccın rükünlerini îfâya elverişli değildir. Ancak hac niyetiyle ihrama, bu aylardan önce girilse, ihram geçerli ve yapılacak hac sahih olur. Delili: “Hac ve umreyi Allah için tamamlayın” (Bakara: 2/196) âyetidir. Bu durumda hac ayları girmedikçe hac fiillerinden bir şey yapmak câiz olmaz. Hanefîlere göre ihram bir şart olup, bunun öne alınması, abdestin namaz vaktinden önce alınması gibidir. Çünkü ihram, hac yapacak kişinin kendisine bazı şeyleri yasaklaması ve bazı şeyleri de gerekli kılmasıdır. Yine bu, ihramı, mikattan önce başlatmak gibi olur. Bununla birlikte hac aylarından önce ihrama girmek mekruhtur. İbn Abbâs’
ın naklettiği; “Hac için, ancak hac aylarında ihrama girilmesi sünnetlerdendir” hadisi delildir. Bir kimse bayram sabahı şafak sökmezden önce, bir an, ihramlı olarak Arafat’ta dursa hacca yetişmiş olur. Geride ziyâret tavafı ve sa’y gibi ibâdetler kalır. l

5- Yeterlilik Şartları

Haccı îfâya gücünün yetmesi (istitâa). Bu; beden, mal veya yol emniyeti ile ilgili olabilir. Âyette “Oraya gitmeye gücü yeten herkese, Allah için Kâbe’yi ziyâret edip haccetmek farzdır” (Âl-i İmrân: 3/97) buyurulur. Âyetteki “hacca yol bulabilen, hacca gitmeye gücü yeten” ifâdesi, Hanefîlere göre “bedenî, mâlî ve emniyet” unsurlarını kapsamına alır. Bunlar haccın edâsının şartlarını oluşturur. l

a- Bedeni Yeterlilik:

Buna göre; yatalak, hasta, kör, felçli, iki ayağı kesik, binit üzerinde kendi başına duramayan yaşlı kimse, tutuklu bulunan ile zâlim yöneticilerin hac için vize vermediği kimseler üzerine hac farz olmaz. Çünkü Allah Teâlâ, haccın farz olması için “gücün yetmesi”ni şart koşmuştur.
Haccın farz olabilmesinin şartlarından biri de yeterlilik şartıdır ve bunların başında ise bedenin sağlık ve afiyette olmasıdır. Hac ibadetini, Hz. Peygamber (s.a.s.) cihada benzetmiş ve kadınların cihadı sorulduğunda ise hacc yapmalarını buyurmuştur. Cihad için beden sağlığı olmadığında, kişinin savaş şartlarına uyum göstermesi düşünülemez.
Hasta olanın da, hacda yapması gereken menasikleri başkalarının yardımına ihtiyaç duymadan yerine getiremez. Onun için de fıkıh alimlerimiz, hasta ve sakat olanların yardımcıları bile olsa, onlara hac farz değildir demişlerdir. Haccın farziyeti için bir takım imkan ve şartların oluşması gerekir, aksi takdirde hac farz olmaz. Aynı zamanda, haccın menasiklerini kendi başlarına yerine getiremeyenlere de hac farz kılınmamıştır. “....Ona yol imkanı bulabilene (güç yetirebilene)...” (Âl-i İmrân: 3/97) İbn Abbas (r.a.) bu ayetin tefsirinde imkan bulabilmenin şartlarından biri de, bedenin sağlıklı olmasıdır demiştir.
Özellikle bazı İslam ülkelerinden hacca gelen insanların yaş ortalamasının nerede ise altmışın altına düşmüyor. Bazılarında ise evlenir evlenmez aile olarak Allah’
ın farz kılmış olduğu hac farizasını, yerine getirmek için kutlu sefere çıkarlar. Yeni aile temelini, hac farizasını yerine getirmiş, mutlu bir hazzın üzerine, bina ederler. Ancak altmış ve yetmiş yaş haddini bekleyerek hacca gelenlerin durumuna hem üzülüyoruz ve hem de onlara şaşırmamak elde değildir.
Madem ki, hac bir cihat ameli gibidir, altmış ve yetmiş yaşına gelmiş asker ordusunu oluşturan hiçbir ülke var mıdır? İslam’da saç boyamanın, Allah’
ın verdiği şekli değiştirme manasına geldiğinden, bazı alimlerin caiz görmediğini ancak; savaş ortamında saçı beyazlanmış olan mücahidin, düşmana cesaret vermemesi ve düşman karşısında daha genç ve cesur görünmesi için, kendi saçını boyaması daha faziletlidir. Şeytana karşı verilen mücadelede mevzilerimizin tümünü ihtiyarlarla doldurduğumuzda şeytan bizim halimize alay edip gülmekten kendisini alamayacaktır.
Şeytanın alay konusu olmamak için, şartlar oluştuğunda hemen hac yapmalıyız. Erteleyerek bu görevi ihmal etmemiz, bizi sorumluluktan kurtarmaz. Problemlerimizin bitmesini beklememiz de problemin bir parçasını oluşturabilir. l

b- Mali Yeterlilik:

Hac ibadetini yapabilmek için, beden sağlığı yanında, mali olarak da güç yetirmek gerekir. Şayet kişi, bu imkana sahip değilse, üzerine zaten hac farz değildir. Mezhep alimleri; şart olan mali yeterliliğin yol azığı, yiyecek-içecek şartı ve gidiş dönüş süresince yeme-içme giyim ihtiyaçlarından ibarettir demişlerdir.
Allah, Kur’an-ı Kerim’de: “..Ona yol imkanı bulana..” diye buyurmuştur. Hz. Peygamber (s.a.s.)’e:
“Yol nedir?” diye sorulmuş. O da:
“Yiyecek, içecek ve binektir.” Diye cevap vermiştir.”
Başka bir hadisi şerifte ise: Hz. Ömer (r.a.) anlatıyor:
“Peygambere gelen biri sordu:
“Ey Allah’
ın Resulü! Haccı gerektiren şey nedir?” Allah’ın Resulü cevap verdiler:
Yiyecek, içecek ve binek!
Mali yeterlilik deyince, kişinin üç yönden mali imkanının olması gerekir:
1- Geride bıraktığı ve nafakasından sorumlu olduğu kişilerin, gidip gelinceye kadar nafakalarını temin etmektir. Bu nafaka da yiyecek, içecek, giyecek ve mesken ihtiyaçlarıdır.
2- Kişiyi hacca götürüp getirecek miktar, yol harcaması ve konaklama masraflarıdır.
3- Kişinin hacda yapacak yeme-içme vs. masraflarını karşılayabilecek miktar malı olmalıdır.
Zamanın değişmesiyle, ihtiyaç duyulan şeyler de değişmektedir. Eski tarihlerde insanlar, binek üzerinde veya yaya yürüyerek, binlerce kilometreleri kat etmek zorunda kalırlardı. Bugünkü, anlamıyla belki sınırlar yoktu ancak; yol güvenliği sorunu ve her an bir aşiretin veya bir yol kesen grubun hışmına düçar olunması muhtemeldi. Çok az sayıda insanlar, bu kadar teklifiyet gerektiren hac yolculuğuna çıkabiliyordu.
Hacca gitmek çok önemliydi ve çok meşakatli idi, oradan dönmek oraya ulaşmaktan çok daha zordu. Çünkü hacca gidiş Allah’a gidişti, ona varmanın insanda sevinci olunca aşamayacağı yollar bulunmazdı, ama oradan kopmak yüreğini orada bırakmaktı; canlar canıyla buluşmak mutluluktu, ayrılmaksa hüzündü gamdı kederdi.
Birkaç köyden birileri hacca gittiğinde, çok önemli bir olayı haber verircesine, falan hacca gidiyor biliyor musunuz denilerek o insana imrenilirdi. Aylarca onun hacca gidişi konuşulurdu; onun hacdan dönüşü konuşulduğu gibi. Onun için haccı ismi prim yapıyordu. Hacca gitmek için tüm şartları oluşturmak, belki de yıllar yılı alıyordu. Çünkü gidiş gelişleri de bazen bir yıl bazen de altı ay kadar bir zaman alırdı.
Hac müslümanların dini vecibelerinin üçüncüdür; namaz ve zekattan sonra hac ibadeti gelir. Baliğ olan her müslüman kadın ve müslüman erkeğin ömründe bir defa Mekke’ye gitmesi ve orada Allah’
ın iradesinde benliğini yok etmek (fena) için gayret sarf etmesi farzdır. Oraya kadar seyahat için maddi imkanı olmayanlar, sağlık ve güvenlik sorunları olanlar gibi bundan muaf tutulmuşlardır. l
Hac için nefsi hazırlık gerektiği gibi, maddi imkanların oluşması da gerekir. Bunun için daha önceden fırsat buldukça bir şeyler kenara atılarak, haccın masraflarını karşılamak amacıyla, bu parayı biriktirmek mümkündür. Müslüman oraya dinin merkezi Kabe’yi ziyaret edebilmek için, lüzumlu parayı ailesine veya geride bıraktığı insanlara yük olmadan bu şekilde biriktirmiş olur.
Bugün ise, herkesin gideceği bir şekilde elbette şartlar uygun olmayabilir. Ancak hacca gitmek için geçmiş tarihlerde olduğu gibi, yıllarca veya aylarca bir zamanı veya mali olarak da çok büyük masraflar gerektirmemektedir. Hacca gitmek zamanımızda çok daha kolaylaşmıştır.
Şu andaki olanaklar ve ulaşım araçları, daha fazla gelişti. Elbette en büyük gelişme havayollarında olmuştur. Müslümanlar binlerce kilometre uzaklıktan Mekke’ye birkaç saatlik bir zaman içinde ulaşmaktadırlar. Gelecek zamanlarda ise teknolojinin gelişmesi ile dünyanın ekonomik sahada ilerlemesi, hacca gidişleri, bugünden daha kolay kılacağı muhakkaktır.
Hacca gitmek için yukarıda zikredilen masraflardan dolayı, belli bir mala ihtiyaç vardır. Ancak bazılarımız, her şeyde olduğu gibi, bunda da ölçüsüz davranıyoruz. Haccın bir ibadet olduğunu unutarak, gönül dünyasının duyduğu tat ve lezzetten uzak bir şekilde, ibadetlerle geçirmemiz gereken zamanlarımızı, alış-veriş yaparak hediye alımlarıyla geçirmekteyiz. Öyle ki, bazılarımız bir ağız tadıyla ne Mescid-i Haram’da ve ne de Mescid-i Nebevi’de namaz kılamıyor. Tavaf edemiyor, kısacası ibadet etmek için zaman bulamıyoruz.
Neden mi acaba? Mescide girmemizi engelleyenler mi var? Orada gündüz ve geceler kısalıyor mu? Memleketimizden ayrılırken orada yapamadığımız işleri mi burada tamamlıyoruz?
Tüm bu soruların cevabını, hac farizasını yerine getiren kişiler iyi bilirler. Bizi Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi’de namaz kılmaktan alıkoyan şeyin, acımasızca yapılan alış-verişler, saatlerce tartışmalı geçen pazarlıklar, alınan eşyaların oradan oraya taşınmaları, paketlenmeleri, koli ve bavullara yerleştirilmeleridir. Bunlar için harcanan zaman ve gücün birkaç hac görevini ifa etmeye bedel geldiğini söylersek herhalde abartmamış oluruz.
Hediyeleşmenin önemini elbette unutmamamız gerekir; oradan getirilecek hediyenin ne olması hususunda hacca gitmeden önce niçin hacca gittiklerini bilenler, neyi getireceklerinin de idraki içindedirler.
Pakistan hacıları, hac dönüşlerinde, üstat Muhammed İkbal’
ı ziyaret ederek, ona hediyeler getirmişler. Muhammed İkbal’da hacılara getirdikleri hediyelerden dolayı teşekkür eder ve sonra da, onlara şunları söylemekten de kendini alıkoyamaz: “Hediyeleriniz için size teşekkür ederim. Ama getirdiğiniz hurmalar ve zemzemler birkaç güne kalmadan bitecek, takke ve tesbihler de bir müddet sonra eskiyeceklerdir. Keşke bunların yerine oralardan bize; Hz. Ebubekir’in sadakatini, Hz. Ömer’in adaletini, Hz. Osman’ın haya ve hilmini (ahlakını), Hz. Ali’nin ilmini getirseydiniz de, bunlarla yeni bir Pakistan inşa etseydik.” Der.
Merhum şair ve İslam mütefikkiri Ustad, Muhammed İkbal’i burada rahmetle anıyoruz ve bu sözlerin hacca gidip dönenler için nasıl bir davranış içinde olmalarını, ve oralardan getirilecek hediyelerden çok daha önemli şeylerin olduğu, gerçeğini ortaya koymaktadır. Evet hacca giderken, oralardan neleri almaya talip olduğumuzu, oraya gitmeden önce bilmeliyiz.
Hacca giden kardeşlerim!
Hacı olma şerefine nail olacak olanlar!
Var mısınız?
Bavullarımızı gönlümüze,
Kalplerimizi Allah’a taşımaya,
Tüm yüklerimizi beraberce yüklenmeye,
Almamız gereken hediyeleri almaya
Var mısınız?
Neyi mi ve nasıl alacağız?
İbrahim’in Nemrut’a karşı gösterdiği tevhid mücadele örneğini,
Hz. Hacer’in oğlu için gösterdiği say’
ını ve gayretini,
Hz. İsmail’in babasına itaatını, şeytani vesveselere aldanmayışını,
Hz. Yakub’un gözyaşını,
Hz. Eyyub’un sabrını,
Hz. Yusuf’un kardeşlerine karşı olan affını,
Hz. Musa’nın asasını,
Hz. Muhammed Mustafa’nın en büyük mucizesi olan Kur’an-ı Kerim’ini,
Hilmini, alemlerin rahmetine vesile olan ahlakını,
Sahabe-i Kiramın peygambere karşı gösterdikleri saygıyı,
O’ndan aldıkları gül sohbetlerini,
Dostlarının onlara karşı olan sevdalarını getirmeye hazır mıyız?
Allah bize tüm ibadetlerimizi yaparken,
Şuur ve iz’an versin,
Dergahı İlahiyesinde kabul etsin,
Bizi huzurunda rahmetiyle kuşatsın.

c- Emniyetin Sağlanmış Olması:

Haccın farz olması için yol güvenliğinin bulunması şarttır. Bu, Ebû Hanîfe’ye göre, vücûbunun, bazılarına göre ise edâsının şartlarındandır. Kadın için yol emniyeti; beraberinde neseb veya sihrî (evlilikle doğan hısımlık) akrabâlardan fâsık olmayan, akıllı, ergen veya mürâhık (12 yaşla büluğ arası erkek çocuğu) mahrem birisinin veya kocasının bulunmasıyla gerçekleşir. Kadının yanında kocası veya mahrem bir akrabası olmaksızın, Mekke’ye üç gün üç gece (sefer mesâfesi) ve daha uzak yerden gelerek hac yapması tahrîmen mekruhtur. O, mahremsiz hac yaparsa kerâhetle birlikte câiz olur. Mahremin bulunması vücub şartıdır; edâ şartı diyenler de vardır. Şâfiîler buna “kadının, kafilede güvenilir diğer kadınlarla birlikte hac yapabileceği” esasını ilâve ederler. l
Yol güvenliği olmadığı tehdit ve şantajla can ve mal güvenliği yoksa, yol emniyeti sağlanmamışsa hac farz olmaz. Yolun gasp, hırsızlık ve yol kesicilik gibi her türlü tehlikeden emin olması can ve mal güvenliği gibi hususlarda, her hangi bir kuşkuya yer bulunmaması gerekir. Maldan kasıt kişi için değeri olan her malı kast ediyoruz.
Daha önceki dönemlerde, bugün gibi değildi. İslam coğrafyası birdi. Müslümanlar bir yerden, diğer bir yere gitmek istediklerinde, herhangi bir vizeye ihtiyaçları yoktu. Yol güvenliği sağlandığında, fertler özgürce istedikleri mekanlara gidiyorlardı.
Bugün ise İslam coğrafyasında, binlerce sınır ve hudutlar çizilmiş, gümrük kapıları konulmuştur. Bir kimsenin hacca niyet etmesi için özellikle ve öncelikle kendi ülke makamlarından izin alması, konulan hac kotasından dolayı da hac kurasının kendisine çıkması ve gidilmesi şart olan ülke makamlarından alınan vize işlemleri gibi bir takım düzenlemeler mevcuttur.
Hac yolculuğuyla ilgili bütün problemler izale edilememiştir. Sınırlar ve kotalar konulmuş, devletlerin siyasi polemikleri, hac gibi kutsal bir ibadeti çoğu zamanlar olumsuz yönden etkilemiştir. Mekke ve Medine, Suudi Arabistan sınırları içinde, ancak bu iki kentin statüsü farklı bir konumda olacak şekilde yeniden düzenlenmesi gerekir. Ülkeler arasındaki siyasi çekişmeler, bu iki kente gitmeyi hiçbir zaman olumsuz yönde etkilememesi gerekir. Görülen odur ki, hac ve umre ziyaretleri siyasal nedenlerle bazen çıkmaza giriyor.
Hac görevini yerine getirirken, bir takım güçlüklerin olması müslümanların bu yolda kaderiymiş gibi algılanması da yanlıştır. Her yıl şeytan taşlamasında onlarca insan ezilerek vefat etmektedir. Arafat dönüşü, Mina’daki hizmetler, tavaf esnasında aksamalar olmakta ve insanlar ezilmektedir.
Burada zikretmek istediğimiz önemli bir nokta da, imkanların bu kadar geniş olduğu bir asırda, hac yolculuğuyla ilgili düzenlemelerin daha profesyonelce yapılamaması, aksaklıkların giderilmemesidir. Temennimiz bir an önce, bu aksaklık ve engeller kaldırılır ve hac ibadetini yerine getirenlerin gönül rahatlığı sağlanır. l

Haccın, Yalnız, Kadınlarla İlgili Özel Şartları:

Kadınlarla ilgili iki şart vardır:

1) Hacda Yol Arkadaşının Bulunması:

Hac yapacak kadının yanında kocası veya mahrem bir hısmının bulunması gereklidir. Aksi halde kendisine hac farz olmaz.
“Kadın, yanında mahrem akrabâsı bulunmadıkça üç günden fazla yolculuk yapamaz.”
“Bir kadın, yanında kocası bulunmadıkça hac yapmasın.”
hadis-i şerif rivâyetleri buna delildir. Şâfiîler ise, kadına, güvenilir kadınlarla birlikte olunca, haccı gerekli görürler. Yol arkadaşı olarak tek kadın yeterli değildir. Mâlikîlere göre ise kadın, yalnız kendilerine emanet edilmiş kadın arkadaşları veya yalnız erkekler yahut da erkek-kadın karışık bir toplulukla birlikte hac yapabilir. Bu iki mezhebin dayandığı delil; “Oraya gitmeye gücü yeten herkese, Allah için Kâbe’yi ziyâret edip haccetmek farzdır” (Âl-i İmrân: 3/97) âyetinin genel anlamıdır. Bu yüzden, kadın kendisi aleyhine kötülükten güvende olunca, ona hac gerekli olur.
Mahrem akraba ifâdesi, nesep, süt veya sıhrî hısımlık yüzünden kendisiyle evlenmek ebediyyen haram olan kimseleri içine alır. Oğul, torun, baba, dede, süt oğul, süt kardeş, dâmat, kayınpeder gibi. Kız kardeşin, hala veya teyzenin kocası olmak, sadece geçici evlenme engeli doğurduğundan, sadece eniştelerle hac yolculuğu, Hanefî fıkhına göre câiz olmaz. l
Fıkıh alimleri, bir kadının hac farizasını eda edebilmesi için, diğer şartların yanı sıra bir takım özel şartları da zikretmişlerdir. Bu şartlardan biri, kadının beraberinde kocası veyahut akıllı ve ergenlik çağına girmiş, güvenilir, fasık olmayan bir mahremi yani akrabası olması gerekir.
Mahremsiz ve kocası olmadan haccetmesi ise, harama yakın bir kerahetle mekruhtur. Çünkü kadının tek başına yola çıkması haramdır.
Bazı alimler ise, kadınla birlikte kocası veya mahremi yoksa güvenilir kadınlar topluluğuyla beraber haccetmesi caizdir demişlerdir. Hz. Peygamber efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır:
“Kadın yanında, kocası veya mahremi bulunmadan, üç gün süreyle yolcuk yapmasın.”
Başka bir hadiste ise Resulullah (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır:
“Bir kadın yanında kocası bulunmadıkça, hac yapmasın”
üç gün süreyle yolcuk yapmasın.” l

2) İddetli Olmaması:

Hac yapacak kadının boşanma veya vefattan dolayı iddetli olmaması gereklidir. Çünkü Yüce Allah şu âyetle iddetli kadınların evden çıkışını yasaklamıştır:
“Boşadığınız kadınları evlerinden çıkarmayın. Kendileri de çıkmasınlar.” (Talâk: 65/1)
Haccın başka bir vakitte edâsı mümkündür. İddet ise, ancak özel bir vakitte sözkonusu olur. l

Hayız ve Nifaslı Kadının Durumu:

Kadınların hayız ve nifaslı olmaları durumunda ise; haccın tüm menasiklerini (amellerini) tavafın dışında yerine getirmelerinde bir mahzur yoktur. Bu durumda olanlar, sadece Kabe’yi tavaf edemezler ancak, mazeretleri bitiminde tavaf edebilirler.
Nifas (lohusa) ve hayız (aybaşı hali) olanlar, mazeretleri bittiğinde tavaf etmeleri gerekir. Ancak özrü bitmediği halde, Mekke’den ayrılmak zorunda kalıp, farz olan ifada (ziyaret) tavafını yapmamış olan kadın abdest alır ve vücudundaki ilgili kısmı iyice kontrol eder ve gerekli tedbirde kusur etmez, sonra ifada tavafı için Kabe’yi tavaf eder. Tavafı taharetten dolayı noksan kaldığı için sonra da, bir büyük baş hayvan kurban kesmek durumundadır.

Haccın Engelleri:

İslâm’da haccın bazı engelleri vardır. Bu engeller İslâm âlimleri tarafından şöyle tesbit edilmiştir:
1) Ebeveyn: Ana veya baba, Mekke’li olmayan çocuğunu nâfile hac veya umre için ihrama girmekten alıkoyabilir. Ancak bu ikisi, farz hacca engel olamaz. Çünkü ebeveyne hizmet, bir cihaddır. Farz hacda ana babadan izin almak sünnettir.
2) Evlilik: İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre, koca, karısının farz haccına engel olamaz. Çünkü bu, ilk yükümlülük yılında (fevrî) farz olmuştur. Şâfiîlere göre ise, koca, karısını farz veya sünnet hacdan alıkoyabilir. Çünkü kocanın hakkı önceliklidir. Hac ibâdeti ise ömür boyu îfâ edilebilir.
3) Hapis: Haksız olarak veya maddî sıkıntı içinde olduğu halde bir borçtan dolayı hapiste bulunmak hacca engeldir.
4) Borçluluk: Vâdesi gelen borcunu ödemek için başka bir malı olmayan borçlunun hac yapmasına, alacaklı engel olabilir. Vâdesi gelmeyen borçlar ise hac engeli teşkil etmez.
5) Hacr altında bulunmak: Sefîh olan kimse velî veya vasînin izni olmadıkça hac yapamaz.
6) İhsâr: Hac veya umre için ihrama girmiş olan kimsenin, düşmanın engel olması veya hastalık gibi bir sebeple hac veya umreyi tamamlayamadan ihramdan çıkmak zorunda kalmaya “ihsâr” denir. Böyle bir engelle karşılaşan kimseye de “muhsar” adı verilir. Ölüm veya malını verme dışında engeli aşmaya gücü yetmeyen hacı, engelin kalkması umulan bir süre bekledikten sonra ihramdan çıkabilir. Ancak, bu durumda kurban kesmesi gerekir.
7) Hastalık: Bir kimse ihrama girdikten sonra hastalansa, Ebû Hanife’ye göre, muhsar sayılır ve ihramdan çıkabilir. Şâfiî, Mâlik ve Ahmed bin Hanbel’e göre ise; ihramda iken hastalanan kimse, uzun sürse bile, iyileşinceye kadar ihramlı olarak kalır. l

Haccın Sıhhatinin Şartları

Yapılacak haccın geçerli olması için dört şartın bulunması gereklidir:
1) İslâm: Haccın, hem farz olma ve hem de sıhhat şartıdır.
2) Özel yerler: Arafat ve Kâbe.
3) Özel vakit: Arafatta vakfe, arefe günü zevalden itibaren, Kurban bayramı sabahı şafak sökünceye; ziyâret tavafı ise, bayram sabahından, ömür sonuna kadar yapılabilir. Ancak, ziyâret tavafını bayramın ilk üç gününde yapmak vâcip olduğu için, ziyâret tavafını bundan sonraya bırakana, vâcibi terkettiği için, kurban kesmek gerekli olur.
4) İhram: Hac veya umre niyetiyle, diğer zamanlarda helâl olan bir kısım fiil ve davranışları, kişinin kendisine hac veya umre süresince haram kılması demektir. Halk arasında ihramlı erkeğin örtündüğü iki parça örtüye de "ihram" denilmektedir. l

Hac İbadetine Yolculuk

Bu Yolculuğa Kişinin İstekli Olması ve Ona Hazırlanması Gerekir

İmam Nevevi, hac yolculuğuna çıkan kişinin göz önünde tutması gereken adabı ve faydalı olan şeyleri şu şekilde zikretmiştir:
Hacca gidecek kimsenin dinine, tecrübesine, hac bilgisine güvendiği kimselerle müşaveret yani istişareler etmelidir. Kendisine danışılan kişi de, elinden gelen nasihat ve yardımı yapmalıdır.
Hacca niyetlenen kişi farzdan hariç olarak iki rekat namaz kılar, sonra da okuması gereken duaları okur, Allah’u Teala’ya istihare eder.
Hac yolculuğuna çıkmadan önce, bütün günahlardan tevbe etmeli, başkalarının haklarını ve emanetlerini sahiplerine vermeli, mümkün olan borçlarını ödemelidir. Kendileriyle muamelede bulunduğu kişilerle helalleşmeli, vasiyetini yazıp ödeyemediği borçları için bir vekil bulmalı, kendi ailesine de yetecek kadar bir nafaka bırakmalıdır.
Anne ve babasının rızasını almaya, eşinin ve akrabalarının hoşnutluğunu kazanmaya çalışmalıdır.
Hac nafakasının helalı, şüphelerden uzak olmasına çalışmalıdır.
Uygun ve iyi bir nafaka, azık hazırlığı yapmak müstehaptır.
Orada yapacağı alış-verişlerde çekişip didişmeyi terk etmelidir. İhtilafa sebep olabilecek şeylerin tümünden uzak durmalıdır. Arkadaşlarıyla tartışmamalı, onlara karşı sabır ve metanetli olmalıdır. Elinden geldiğince kendisi başkalarına yük olmamalı, kendisi ise başkalarına özellikle de yardıma muhtaç olanlara yardımcı olmalıdır.
Haccın nasıl yapılacağına dair bilgileri, mutemet kitaplardan veya alim olan insanlardan öğrenmelidir. Çünkü cahilce hac menasiki yerine getirilemez. Bilgisizce yapılan bir ibadet sahih değildir.
Salih, hayrı seven, dengi olan, unuttuğunda hatırlatan ve yardım eden bir arkadaş edinmelidir. Yol boyunca birbirlerine yardımcı olmalı, meydana gelebilecek bir takım zorluklara karşı katlanabilmeli, ve buna sabretmelidirler. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.) tek başına yolculuğa çıkmayı hoş karşılamamıştır.
İbadet ve ihlas içerisinde vaktini değerlendirmelidir. Mümkün olduğu kadar dünya işleriyle meşgul olmamalı, kalbi bunlardan uzak tutmak lazımdır. Hakkın rızasını gözetip bu amaç, hedef olmalıdır.
Sefere çıkma namazı olarak evinden çıkmadan önce, iki rekat namaz kılmak müstehaptır. Allah Teala’dan yolculuk esnasında ve diğer işleri için yardım dilemek ve bu duayı okumak da sünnettir: “Allah’
ım sana yöneldim, sana dayandım! Beni ilgilendiren ve benim önem vermediğim şeylerde sen bana kafi ol, beni takva ile rızıklandır, günahlarımı bağışla.”
Hacca niyet eden kimse ailesi, komşuları, ve dostlarıyla vedalaşmak, helalleşmek, ve vedalaşanların bir birlerine şöyle duada bulunmaları sünnettir:
“Dinimi, emanetimi, işlerin neticesini Allah’a havale edip ısmarlıyorum. Allah seni takva ile azıklandırsın, günahlarını bağışlasın, nerede olursan ol hayırları sana kolaylaştırsın.”
Evden çıkarken ve vasıtaya binerken şu şekilde dua etmek, sünnettir:
“Allah’
ım bu seferimizde senden hayır ve takvayı, sevdiğin ve hoşnut olduğun ameli yapmayı dileriz. Allah’ım! Yolculuğumuzu kolaylaştır, uzunluğunu hissettirme. Yolda dostumuz geriye bıraktığımız aile ve malımız üzerindeki vekilimiz sensin. Yol sıkıntılarından, kötü bir şekilde dönmekten; aile, mal ve evladımız hususunda kötü bir manzara ile karşılaşmaktan sana sığınırız.”
Hac yolunda aşırı ve çeşit çeşit yemekten, fazlaca doymaktan ziynet ve lüksten kaçınmak lazımdır. İnsanlarla iyi geçinen onlara yumuşak muamele eden, konaklamalarda ve bir takım münasebetlerle veya münasebetsiz işlerde sürekli tartışma çekişme kavga ve dövüş ve izdihama sebep olacak şeylerden uzak durmak gerekir.
Hac yolculuğu esnasında sürekli tefekkür, zikir, tehlil, tesbih, telbiye, dua ve ibadetle zamanı geçirmek, yolculukta ve mübarek yerlerde, hem kendisi için ve hem de annesi babası, akrabaları, komşuları, dostları ve bütün ümmeti Muhammed için dua etmeli, müslümanların zülümden kurtulmalarını, ıslah olmalarını hakkın bayrağını şanla şerefle taşıyabilme şerefine nail olmaları için küfre karşı Allah’tan yardım ve muzafferiyet verilmesi için, hem ahiret ve hem de dünya işlerinin selameti için, çokça dua ve niyazda bulunması; Çünkü Peygamber üç kimsenin duasının makbul olacağını, mazlumun, yolcunun ve babanın evladı için yapacağı duadır diye buyurmuştur.
Çevrenle helalleş, gönlü rahat git, çocuklarım, eşim dostlarım ne olacak deme! Sen öldüğünde, onların ne olacağını, kime nasıl bıraktığını öldükten sonra sorabiliyor musun? Kalk dostlarını gör, onların duasını al, hellaleş, mahşerde beraber haşr olma temennisiyle onlardan ayrıl.
Unutma ki, Rabb’in seni kendine çağırıyor.
Gel diye buyuruyor. Bana misafir ol, bu kutlu seferinle kazançlı çık,
kârlı bir ticarete gel.
Sen şimdiye kadar bu dünyayla yaptığın ticaretin hesabını yaptın mı?
Ne kadar kârdasın?
Bu kâr, seni ne kadar mutlu edecek?
Yoksa seni dünyadayken üzdüğü, sana nice zahmetler verdiği, uğrunda her şeyi terk ettiğin malın, seni burada mahcup etmeyecek mi?
Bırak o küçük ve hiç hükmünde olan hesapları ve ticareti,
Büyük kâra ve büyük ticarete gel!
Allah ile yapılan ticarette, bire yedi yüz kat daha fazla kazanç var.
Gel de tüm günahlardan arın.
Annenin seni doğurduğu gün gibi, pak ve temiz olmaya gel.
Havz-ı Kevser’de yıkan, suyu Zemzem’den kana kana iç,
Peygamberlerle arkadaş ol.
Peygamberlerin serverine komşu olma şerefine nail ol.
Kapına komşuna ailene ve sevdiklerine anlat,
Nereye gitmek için yola çıktığını anlat,
Onları da heyecanlandır,
Haklı sevincine onları da ortak kıl.
Böyle bir kutlu seferin onlara da nasip olması için,
Allah’ a dua ve niyaz da bulun.

Haccın Mikatı

Cenabı Hak insanları kendisine ibadet etmeleri için yarattığını inzal buyurduğu kitabı olan Kur’an-ı Kerimde açıklamıştır. İbadetlerin nasıl ve ne zaman yapılacağını bizzat İslam açıklamıştır. Örnek olarak; Namazın nasıl kılınacağı ve hangi vakitlerde kılınması gerektiği hususu; Ramazan orucunun ne vakit başlayıp ve ne zaman sona ereceği; zekatın farz olması için zekatı verilmesi gereken malın üzerinden bir yılın geçmesi gibi İslam tarafından takdir edilmiş belli vakitler konulmuştur.
Hac görevinin ifa edilebilmesi için ise, hem zaman açısından ve hem de mekan açısından, takdir edilmiştir. Fıkıh alimleri haccın mikatını ikiye ayırmışlardır. Zaman itibarıyla mikat, mekan itibarıyla da mikat şeklinde ifade etmişlerdir. l

1) Mikat Zamanı (Hac Zamanı)

Mikat sözlük anlamıyla, sınır anlamına gelir. Şer’i manası ise; Belirli bir ibadet için belirli yer ve zaman anlamındadır.
Namaz, zekat ve Ramazan orucunun, farz olabilmesi için vaktin girmiş olması veya vaktin gelmiş olması gerekiyorsa, hac ibadeti içinde, zaman mikatı şarttır. Bu zaman girmeyinceye kadar ihram giyilse de, haccın tüm şartları yerine getirlmiş olsa bile, kişinin yaptığı haccı makbul değildir. Çünkü vakit gelmeden hac farz olmaz.
Hac ibadeti için belli bir zaman olduğu konusunda, Kar’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “Sana hilallerden soruyorlar, de ki: Onlar, insanların ve hac vakitlerinin bir ölçüsüdür.” (Bakara: 2/189) Diğer bir ayette ise, Allah “Hac, bilinen aylardadır.” (Bakara, 2/197) diye buyurmaktadır.
Alimlerimiz haccın aylarıyla ilgili olarak, Şevval, Zilkade ve Zilhicce aylarının olduğunda ittifak etmişler, Ancak, Zilhicce ayının tamamı mı yoksa ilk on günü ile ilgili ihtilafa düşmüşlerdir.
Malikilere göre: Hac ayları Şevval, Zilkade ve Zilhiccenin tamamıdır. Cumhuru’l-Ulemeya (Hanefi, Şafii ve Hanbeliler) göre ise, hac ayları; Şevval, Zilkade ve Zilhiccenin ilk on günüdür demişlerdir.
Özet olarak, haccın zamanı; Ramazan bayramının başladığı, yani Şevval ayının birinci gününden itibaren başlar, Zilhiccenin 10. gününe kadar devam eder. Şevval ayının 1. gününden Zilhiccenin dokuzuncu gününe kadar ihram giyilerek hacca niyet edilebilir.
Bir yıl, içinde birden fazla hacca niyet edilemez. Çünkü verilen süre, bir hacca yetecek kadardır. Ancak bir yıl içinde, kişinin istediği kadar umre yapması caizdir.
Görüldüğü gibi haccın zamanı, mekanı; Kur’an’da ve hadisi şeriflerde belirtilmiştir. Peygamber (s.a.s.) bizzat hac görevini ifa ederek, ümmetine de şöyle buyurmuştur “Haccın menasiklerini (şartlarını) benden alınız.” Tıpkı namaz kılma emrinde olduğu gibi, peygamberin yaptığı haccı, göz önünde bulundurarak, kesinlikle ifrat ve tefritten uzak tıpkı peygamberin yaptığı hac gibi, şartları yerine getirmemiz gerekir.
Hacda veya başka zeminlerde müslümanların zihinlerini bulandırmak için bir takım şeyler ortaya atılır. Mesnetsiz olarak ortaya atılan bu iddialar, gündem oluşturmak için veya reyting için tartışmaya açılır.
Bu iddialardan biri de madem ki; hac ayları Şevval, Zilkade ve Zilhicce aylarıdır. Niçin haccı dar bir vakit ve zamana sıkıştırmaktayız? Belli bir program çerçevesinde; İslam ülkelerinden gelenler, sırayla hac görevlerini yapıp ülkelerine dönsünler. Örneğin; Şevval Ayının ilk on gününde, Pakistan Hacıları, ondan sonraki on günü, Endonezya ve sırayla diğer ülkelerdeki hacılar, hac farizalarını yerine getirsinler.
Peki bunun yararı ne olacak? Buna cevap olarak da, hiç kimse ezilmeden ve izdiham olmadan rahat bir ortamda bu görev yerine getirilir iddiasında bulunmuşlardır.
Cenab-ı Hak, İslam’
ın esasını belirtirken, başına şahadeti, yani Allah’a ve Resulüne imanı zikretmiştir. Allah ve Resulüne iman ancak; Allah’ın ve Resulünün emrettiklerini yerine getirmek, yasakladıklarından da kaçınmakla olur. Kur’an-ı kabul edip, resulüne uymanın zorunluluğu yoktur veya sadece onun hayattaki zamanlarda geçerlidir denilebilir mi? Böyle bir saçmalığı kim kabül edebilir?
Şayet bazılarının tek mercii, şeytanların onları her taraftan kuşattıkları akıl verileri ise, böyle düşünenlerin hac yapmaları da kendilerinden istenmez. Çünkü itikad ve ibadet ilkeleri, zamanın ve mekanın şartlarına göre, insanların düzenlenmelerine bırakılmamıştır. Fıkhi muamelatta ise, genel çerçevenin çizildiği, ana hatların belli olduğu ve içinin ise, şartların ve mekanların durumuna göre arz edeceği bir takım değişikliğe bırakılmıştır.
Allah kendi nebisi için “O size neyi veriyorsa onu alın, sizi neden alıkoyuyorsa ondan kaçının.” Başka bir ayette ise “O heva ve hevesiyle konuşmaz onun konuştuğu vahidir” diye zikredilmiştir.
Bu ve buna benzer yüzlerce ayet, Peygambere katıksız bir imanı ve ona uymada ise harfiyen teslimiyeti emrediyor.
Peygamberin hac konusundaki bize emri de; “Haccın menasiklerini (şartlarını) benden alınız.” “Hac Arafat’tır.” Hadisleri haccın hem görevlerini-rükünlerini ve hem de zamanını belirtmektedir. Yani hacı adayı, hem Arefe günü (zilhiccenin dokuzuncu günü) ve hem de mekan olarak da, Arafat dağında olması gerekmektedir. Aksi taktirde haccı olunamaz, haccın diğer şartlarını yapmış olsa bile, kişi hac yapmamış sayılır.
“Hac, bilinen aylardadır.” Ayetinden maksat hac için ihrama girme başlangıç zamanı belirtmektedir. Yani kişi isterse Şevval ayının birinci gününden itibaren, ihrama girerek hacca niyet edebilir. Ancak kişinin üç aya yakın bir zaman zarfını ihramda geçirmesine gerek yoktur. Şayet hac ayları içerisinde olup erken bir vakitte Mekke’ye gelmişse, bu durumda olanlar çoğunlukla haccı temettüye niyet ederler.

2) Hac ve Umre için Mikat Mahalleri (İhrama Girme Yerleri)


Mikat, ihrama girme yeri ve zamanı demektir. Bir terim olarak, Mekke çevresinde, çeşitli bölge ve ülkelerden hacca gelenlerin ihrama girecekleri özel yerleri ifâde eder. Bir kimsenin, hac veya umre için, mikatları ihramsız geçmesi câiz olmaz. Aksi halde kurban kesmek veya mikat yerine dönmek gerekir. Ancak mikat yerinden önce ihrama girmek ittifakla câizdir. Hatta Hanefîlere göre, bir sakınca doğmayacaksa, ihramı öne almak daha fazîletlidir. "Hac ve umreyi Allah için tamamlayın" (Bakara: 2/196) âyetinde buna delâlet vardır. Mikatları beklemeksizin, ailesinin bulunduğu yerden ihrama girmek hac ve umreyi eksiksiz tamamlamak demektir. Hz. Ali ve Abdullah bin Mes'ud'un görüşü budur. Çünkü bunda daha çok meşakkat ve daha büyük ta'zim vardır.
İhrama girme yerleri, Mekke'de, Mekke (Harem) ile mikatlar arasında (hıl bölgesi) veya mikatların dışında kalan bölgelerde (âfâkî) oturanlara göre değişiklik gösterir. Mikatların çevrelediği alan dışında oturanlar (âfâkî): Arabistan'da mikatlar dışında oturanlarla, dış ülkelerden hac veya umre niyetiyle Hicaz'a gidenler için geldiği bölge veya ülkeye göre ihrama girme yerleri (mikat) belirlenmiştir.
İhrama girme yerlerini Hz. Peygamber tâyin ettiği için hac, umre, ticaret veya başka bir amaçla Mekke'ye gelen her müslümanın buralarda veya daha önce ihrama girmiş olması lâzımdır. Eğer yol, bu noktalardan geçmiyorsa buraların hizalarından ihrama girilir. Medine'ye gelenler, hac için Mekke'ye doğru yola çıkınca Zülhuleyfe'de bugün Âbâr-ı Ali denilen yerde ihrama girerler. Mikatlardan içeride bulunan kimseler, ihramsız Mekke'ye girebilirler. Fakat hac veya umre için, bulundukları yerden ihrama girerler. Mikat içinde, fakat Mekke dışında bulunan, bulunduğu yerde; Mekke'nin içinde oturanlar ise, kaldığı evde ihrama girerler.
Dışarıdan hac veya umre için gelen kimse, mikatı ihramsız geçerse ya bir kurban keser veya geri dönüp mikat yerinde ihrama girer. Mekke'ye girme niyeti olmaksızın mikatı ihramsız geçene bir şey lâzım gelmez. l
İslam, mikat yerleri ve zamanını vahiy ile tespit etmiş ve biz müslümanlara bildirmiştir. İhrama girmek için belli mekanlar mikat olarak belirtilmiştir. Bir hadisi şerifte mikat yerleriyle ilgili şöyle rivayet edilmiştir. İbn Abbas şöyle der:
“Peygamber (s.a.s.) Medineliler için Zülhuleyfe’yi, Şamlılar için Cuhfe’yi Necidliler için Karnu’l-Menazil’i Yemenliler için Yelemlem’i mikat yeri olarak belirlemiş ve şöyle buyurmuştur:
“Buralar, oralarda oturan veya oraya uğrayarak geçenlerden hac ve umre yapmak isteyenler için mikattır. Bunlardan daha yakında olanların mikat yerleri ise oturdukları yerlerdir. Aynı şekilde Mekkeliler Mekke’den telbiye getirirler.”
Başka bir hadiste ise Iraklıların telbiye getirecek yer, yani mikat yerleri Zat-ı Irk olduğu rivayet edilmiştir. Câbir (r.a.)'den merfû olarak rivâyet edilen Müslim hadisinde bunlara, Irak'lılar için Zât-ı Irk ilâve edilmiştir. Hac ve umre maksadıyla mikat yerinden ihramsız geçmenin cezası vardır. Bu ceza ise bir kurban kesmektir.
Gelinen ülkelere göre, Hacıların ihrama girecekleri mikat mekanları, şu şekilde sıralamamız mümkündür.
a- Türkiye, Suriye, Mısır, Mağrib ve Avrupa tarafından deniz yoluyla gelenlerin mikat yerleri, Cuhfe (Rabiğ)’dir. Cuhfe ile Mekke arası, yaklaşık olarak yüz seksen yedi kilometredir.
b- Medine tarafından gelenlerin mikat yeri ise Zulhuleyfe’dir, Başka bir ismiyle de orayı Abar-ı Ali, yani Hz. Ali’nin Kuyuları şeklinde isimlendirilmiştir. Medine ve Mekke arası uzaklık mesafesi yaklaşık dört yüz altmış dört kilometredir. En uzak mikat yeri burasıdır.
c- Irak, İran ve diğer ülke hacılarının geldiği ve ihrama girdikleri yer Zat-i Irk’tır. Bu yer Mekke’ye yaklaşık olarak doksan dört kilometredir.
d- Kuveyt ve Necid yönünden gelenlerin, ihrama girdikleri mikat mahalleri, Karnu’l-Menazil bir diğer adıyla da bilinen es-Seyl’dir.
e- Yemen tarafından gelenlerin mikat mahali ise, Yelemlem’dir. Mekke’nin güney tarafına düşmektedir. Mekke’ye uzaklığı yaklaşık olarak, elli dört kilometredir.

Haccın Rükünleri (Veya Şartları)

1) Niyet Etmek

Hac ve umreye ayrı ayrı veya her ikisine birden niyet getirmek gerekir. Tüm ibadetlerde niyyet şarttır. Niyetsiz amel makbul değildir. Kişi niyetine göre sevap veya ceza alır.
Kur’an-ı Kerimde Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur:
“Oysa onlar, doğruya yönelerek, dini yalnız Allah’a has kılarak O’na kulluk etmek, namazı kılmak ve zekatı vermekle emrolunmuşlardı. Dosdoğru olan din de budur.” (Beyyine: 98/5)
Peygamber efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır:
“Ameller niyete göredir, Kişi için ancak niyyet ettiği kadar vardır.”
“Kim hac ve umreye niyet edip ihrama girse, ihramdan her ikisi için çıkıncaya kadar ona tek tavaf, tek sa’y kafi gelir.” Hac veya umreye ayrı ayrı veya her ikisine birden “Niyet ettim, hac ve umreye ve bu sebeple Yüce Allah için ihrama girdim.” diyerek başkası adına hac ve umre yapıyorsa bu durumda “Niyet ettim filanca adına hacca ve bu sebeple Yüce Allah için ihrama girdim.” diyerek iki rekat ihram namazı kılacak ve ardından telbiye getirecektir.
Her bir niyet, toprağa atılan bir tohum gibidir. Sulasak da, çapalasak da tohumu toprağa atmadıkça, almak istediğimiz ürün yeşermez. Hasadını da hiç alamayız. Bu Allah’
ın yeryüzündeki sünnetidir. l

2) İhram Giymek


Hac ve umreye niyet edenler, Mekke’ye gitmeden önce ihram giymeleri gerekir. Cumhura göre ihram giymek rükündür.
İhramın sözlük anlamı, yasaklı olmak demektir. Şer’i anlamı ise hac veya umre menasiklerine (amellerine) niyet etmek ve belirli yasaklara girmek, yani bu yasaklara bağlı kalmayı kabullenmektir.
İhram erkekler için dikişsiz iki parça bezden oluşur. Biri izar (alt) bir diğeri ise üst bedeni örtmek içindir. Kadınların ihramı ise kendi elbiseleridir.
Hac dışında yapılması mubah olan bazı şeyleri kendisine haram kılmak demektir. Hanefîlere göre, ihram, haccın rüknü değil; şartıdır. Bu da niyet ve telbiye ile gerçekleşir. Hac veya umreye yahut her ikisine niyet etmek ve Allah için telbiye getirerek ihrama girmekle hac ibâdeti başlamış olur. İhrama giren kadınlar, elbiselerini çıkarmazlar, başlarını ve ayaklarını açık bulundurmazlar. Yalnız yüzleri açık bulunur, telbiye ederken seslerini yükseltmezler. l

Müslüman için İhram Ne Anlama Gelir?

Cahiliyedeki çeşitli Arap kavimlerinin, bir takım gelenek ve görenekleri vardı. Bunlardan biri de, kendisine sığınanı koruyup kollamaktı. Bu koruma için de, bir sınır veya nereye kadar o kişinin veya o kabilenin koruması altında olduğunu açıklarlardı. Buna göre de diğer kabileler tavır alırlardı.
İslam geldikten sonra, tüm bu korumaları kaldırarak, kişiyi yalnız ve yalnız Allah’
ın korumasına koydu. Kabe bölgesini haram bölge ilan etti. Haram bölgeye girebilmek için de ihram vizesini getirdi. O bölgelere girince ve belli sınırlarından yani mikat yerlerinden itibaren ve belli ölçülere riayet etmeleri emredildi.
Müslüman ihrama girdikten sonra, ziynet ve refahlık alametleri sayılacak tüm dünyevi şeyler, ona haram kılınır. Hiçbir kokuyu süremez, elbise giyemez, tıraş olamaz, dikişli hiçbir şeyle örtünemez, ziynet olarak yüzük vs. takamaz, cinsi yaklaşımlarda bulunamaz.
Tüm bu yasakların hikmeti, haccın çok ulvi bir ibadet olması ve bu ibadetteki esas amacın, Allah’a yakınlaşmada gösterilmesi gereken azami insan takatinin ve nefsine karşı mücadele azminin ortaya konulmasıdır. Allah için kişinin nelerden soyutlanabileceğinin bir kanıtıdır.
İki parça dikişsiz bezden oluşan, biri omuza diğeri ise bele takılan, tek renk beyaz, modelsiz, renksiz, şekilsiz sembolsüz, modasız, tasarımsız, tüm gösteriş ve fiyakadan uzak bir elbise, hiçbir defilede boy gösterme cesareti olmayan sadece beyaz kefene benzer..
Her şeyden önce o bir kefendir. Herkesin giydiği ve sırası gelince de giyeceği dikişsiz elbise, günahkarlara pek sevimsiz gelen, beyaz kefen demek, ölmeden önce onu giymektir, kefeni sevmektir, kabullenmektir, ölüme hazırlıklı olduğunu göstermedir. Allah’
ın takdirine ram olmaktır.
İhram bir remzdir, tek bir kişinin toplum olduğu, tek bir müminin ümmet olduğu şuuruna varmadır, enaniyetin bittiği, kişinin dünyasının son bulduğu, ahiret hayatının başlangıcı olduğunu ortaya koymadır. İhram bir kıyamettir, ölmeden önce ölümü görebilmedir, ölümün insanlar için ne ifade ettiğinin anlaşılmasıdır.
Sen orada sadece maddi bir gözle bakmaya çalışma,
Sen oraya Rahman’a doğru yücelmeye gittin.
Nefsinin istediği yere doğru alçalma,
Hep güzellikleri görmeye çalış,
Güzellikleri koklamaya çalış,
Mina’da Arafat’ta, Müzdelife’de;
Mekke’de, Medine’de,
Bazı hacıların densiz hareketlerini görme,
Şu millet böyle kirli, şunlar namaz kılarken yerinde durmuyor,
Şu kavim ne kadar siyah ve kötü görünümlü diye kalbinden geçirme,
Bunları torunlarına, yeğenlerine, evlatlarına, yarınlarına, hatıra diye saklama,
Senin bunların yerine anlatacağın yarınlarına bırakabileceğin güzellikleri gör,
Ne olur, görmeye çalış, biraz çaba, biraz gayret,
Nefsine şeytana karşı siperde kazandıklarını heba etme,
Oraya giderken şu veya bu millete ait gittin,
Oradan dönüşün, ümmet birliğine kaydını yaptır da gel.
Orada milliyet yoktur, ümmet vardır, orada bayrak İslam bayrağıdır,
Orada şuur Kur’an’
ın verdiği şuurdur,
Orada muteber olanın, kişinin üstünlük taslaması değildir,
Gönül alçaklığıdır,
Görünenleri görmek marifet değil,
Esas marifet, herkesin görmediğini görmektir.
Basına yayına aldanma, kalbini vesveselerden arındırarak gitmelisin,
Mekke’nin müslümanı yüce olduğu gibi şeytanları da şerli olur.
Siperde kazanılan şeyleri boşa çıkarmak için, her yerden daha fazla mesai harcarlar, İnsi şeytanları devreye koyarak, müslümanın yaptığı her güzel şeyi çirkin,
şeytanın hile ve desiselerini güzel göstermeye çalışırlar.
Kurbanın kesilmesi ile ilgili hayvan katliamı diye çığırtkanlık yaparlar onlar, İbrahim’i ruhtan, İsmail’i teslimiyetten, Hacer’i gayret ve sa’ydan mahrumdur onlar,
Kur’an onlar için; sağırdırlar hakkı duymazlar, kördürler hakkı görmezler, dilsizdirler hakkı söyleyemezler.
Birtakım bahanelerle haccı iptal ettirmek isterler,
Hakka isyana davet edilmekte,
Gidenleri engelleyemediklerine de, çeşitli vesveseler vererek göndermemek,
Orada kin ve düşmanlığa, tefrikaya, kardeşlik ruhuna uymayan şeytani fiillere davet edilmektedir.
Hacc, bir takım fiillerle donatılmış sembol ve işaretlerdir. İnsanların Allah’a tam teslimiyet ifade eden bu vecibeler Allah resulü tarafından insanlara tebliğ edilmiştir. Mümin vecd ve teslimiyetle tavaf, vakfe sa’y, tıraş gibi menasikleri, arka planındaki mana ve işaretlerden ziyade, sırf Allah emretmiştir diye yerine getirir.
Hac, fiiliyatı pratize etmek için, İslam’
ın bir çok esaslarını teşmil eder.
Hac bir okuldur, bununla müslüman en yüksek makamlara yücelir,
Neleri mi öğrenir?
Daimi olan bir ibadet hayatını,
Müslümanlara karşı şefkatli olmayı,
Kini, düşmanlığı, şiddeti rahmete dönüştümeyi,
Allah için gerçek ubudiyyet derslerini
Karşılık beklemeden Allah yolunda infak etmeyi,
Allah için kimleri aziz ve kimleri de Allah için hakir göreceğini,
Allah için dost edinmeyi ve sevmeyi, Allah’a düşman olana, Allah için düşman olmayı,
Hac insan nefsinde bir çok meşairin yeşermesine sebeptir.
Müslümanlara karşı atıfiyet, dertlerine ortak olma, Allah’
ı Resulünü ve müminlerin dostluğunu
Sadece Allah’a ihlasla yönelmenin,
Dünyanın faniliğine aldanmadan, Ahirete hazır olma şuuru,
Allah ile yeni bir sayfanın açılmasıdır. l

İhramda İken Neden Bazı Şeyler Yasaklanmıştır?

Hac ve umreye niyet edenler, niyet edip ihrama girdikten sonra, kendileri için bazı yasaklar başlar, daha önceleri helal iken, ihramla başlayan ve yapılması mahzurlu görülen bazı şeyler yasaklanmıştır. Bu yasakları şu şekilde sıralamamız mümkündür:
1- Cinsi münasebette veya buna davet edici davranışlarda bulunmak,
2- Günah ve isyandan, arkadaşlarla çekişip mücadele etmekten uzak durmak,
3- Av hayvanı öldürmek, veya ava çıkmış olana yardım etmek,
4- Dikişli elbise giymek, ayakkabı giymek, başa herhangi bir şey örtmek,
5- Saç kesmek ve tıraş olmak, vücut kıllarını yolmak, sakal kısaltmak tırnakları kesmek.
6- Koku sürünmek, Harem dahilinde ağaç ve yeşillikler kesmek ve koparmak.
Tüm bu yasakların hacca varan kimse için anlamı olmalı, neden bunları yapmaktan men edilmiştir? Bunlarla ilgili kendisine neden bir sınır ve bir zaman tanınmıştır. Harem’de yapılması mahzurlu olarak, kabul edilen şeyler, ihrama girmeden harem bölgeye varmadan, tümüyle kendisine caiz ve helal iken, niçin bir anda kendisine haram kılınıyor?
Bütün bu yasakların elbette bir muhrim (ihramlı) mümin için hiçbir şey anlamsız ve gayesiz değildir. Her şeyde bir gaye, binlerce mana veya hikmetler vardır. Bazen bu manaların bir kısmına, veya bazı hikmetlere muttali olabiliyoruz, bazen de, bir çok hikmet ve manalarından yoksun olabiliyoruz. Bir çok yerde şunu zikrettik, zikretmenin gerekliliğine de inanıyoruz ve diyoruz ki, hac şiardır, meşairdir, remzdir, semboldür. Kısacası bunları anlamak için akl-i selim gerek, bunların içindeki gizli sırları keşfetmek için ise, keskin kalp gözü ve idrak-i selim gerektir.
Allah bizi emin haremine Mekke’sine, evine Kabbe’ye davet ederken, Kur’an diliyle şöyle buyurmaktadır:
“
İnsanları hacca çağır, yürüyerek veya binekler üstünde uzak yollardan sana gelsinler Ta ki, kendi menfaatlerine şahit olsunlar. Allah’ın onlara rızık olarak verdiği hayvanları belli günlerde kurban ederken, O’nun adını ansınlar...” (Hac: 22/27-28)
İnsanları hacca çağır nidası boşuna değildir, çünkü hac bir mahşer provası, dünya nimetleri ve zevklerine biraz ara vermek biraz tatil ederek, hakka varmak, nefsiyle hesap görme ve hesaplaşma yeridir. Allah bu hesaplaşma gününe sana ağırlık verecek şeylerden, seni bu büyük günde meşgul edecek Allah’
ı anmadan mahrum bırakacak şeylerden uzak durmanı emrediyor. Allah senden gönlünün hepsini, sevginin tamamını buraya yönlendirmeni ve Kabe merkezli olmasını istiyor, gözün bir şefaatçi arasın, ellerin dua için havaya doğru açık dursun, dudaklarında telbiye tesbih ve tekbirler hiç eksik olmasın, kıyamette senin leh ve aleyhinde şahitlik edecek bütün uzuvlarınla hacda ol, Meşair’de Meş’ari’l-Haram’da, Hira’da, Sevr’de, Makam-ı İbrahim’de ol.
Dünya zevkinden olan, gönül eğlendiren ve gününü gün etmek için bir araç olan av bu yerde yoktur, avlama hiç olmamalı, şeytanın avı olmaktan uzak durulmalıdır. Tıraş olup, dünyalıklarını giymiş gözünün önünü görmeni engelleyen o muhteşem elbisenle buraya yakışmazsın. Mahşere doğru yürürken dünyalıklarının ayağına dolanıp yürümeni engellemesine müsaade etme! Elbisenden soyutlan, herkesin giydiği aynı kumaşı, aynı rengi, aynı kefeni giy, dikkat et dikişsiz olsun tıpkı kefen gibi, başın açık olsun, zevcene yaklaşma, farklılığını elbisenin cinsi ve rengiyle ortaya koymaya çalışma, bu bir zillettir. Sen ise aziz olmak ve şerefliler ordusuna kayıt yapmak için burdasın.
Yeşillik ferahlıktır, bir güzellik, hayvanların gıdasıdır. Çevrenin güzelliği onu korumakla olur, onu kesmek, onu katletmek olur. Hacca niyetlenip giden kardeşim, her birimiz Mekke’den bir ot kesersek ağacını kırarsak, zaten sıcak ve yeşili çok az olan bu yer neye döner. Mümin burada ve her yerde temiz olmalı, temizliğe riayet etmeli, çevreci olmalı ve çevreyi korumalı ve buranın yeşilini, ağacını, hayvanını korumalıdır.
Mekke’nin her yeri haremdir, oraya haram hiç bulaşmamalı saf ve temiz tutulmalıdır, çevresi çöpler kalesi yapmamalı, içip yediklerimizin artıklarını gelişi güzel sağa sola atmamalıyız, medeniyet temizliği, düzenli olmayı biz müslümanlardan öğrendi, ancak elimizden kaçırdığımız, güzelliklerimizi kendi ellerimizle katlettik. Bunu yeniden elde etmek, İslam’
ı yaşamak ve hac bilinci ile donanmaktır. Ne mutlu bu donanmayı yapanlara... l

İhrama Girenlerin Yapması Gereken Hususlar:

Gusletmek,
Dikişli elbiselerin çıkarılması,
Vücuda koku sürmek,
Güsülden sonra ve ihramdan önce iki rekat namaz kılmak,
Namazın ardından telbiye getirmek,
Telbiyeyi çokça getirmek.. l

3) Telbiye Getirmek

Hanefilere göre ihram namazının sünnetinden sonra telbiye getirilir. Çünkü Hz. Peygamber böyle yapmıştır. Faziletli olan da Hz. Peygamberin yaptığı gibi yapmaktır. Çünkü Hz. Peygamber biz ümmetine haccın vazifelerini neye göre yapmamızı şu mübarek sözleriyle açıklamıştır. “Haccın menasiklerini benden alınız”
Bir kimse mikatta niyet ederek telbiye getirince ihrama girmiş olur. İhram giyilip, niyet getirildikten sonra telbiye getirmek sünnettir. Bazıları telbiyenin getirilmesi vaciptir demişlerdir.
Telbiye ise şu şekilde getirilir: “Lebeyk Allahumme lebeyk, lebeyke la şerike leke lebeyk, inne’l-Hamde ve’n-ni’mete leke ve’l-mülk, la şerike lek”
“Buyur Allah’
ım buyur! Senin eşin ve ortağın yoktur. Bütün hamd ve nimet senin için ve tüm mülkler senindir. Senin ortağın yoktur.”
Hanefilere göre mikatta niyet edip, telbiye getiren kişi, ihrama girmiş olduğundan ihramın yasakları onun için başlamış demektir. Telbiye yolda, iniş çıkışlarda, yol arkadaşlarıyla karşılaşmalarda namazların ardından tekrarlanır ve zaman zaman ses yükseltilir. Ancak taşlamadan önce tıraş olunursa, telbiye kesilir. Umre yapan ise tavafa başlamakla telbiyeyi keser.
Vâsıtaya bindikten sonra telbiye getirip sonra hacca veya umreye niyet edilebilir.
Telbiye Malikilerin dışında kalan diğer mezheplere göre kurban bayramı günü, Akabe cemresine ilk taşın atılmasıyla kesilir. Çünkü Hz. Peygamberin böyle yaptığı rivayet edilmiştir.

Niçin Telbiye?

Allah, sana ey kulum bana gel evime gel Kabe’me gel dedi. Sen de davetine lebeyk diyerek kendi evinden, insanların evine; fani hayattan gerçek hayata; kendinden ve kendi nefsinden, hicrete, direnişe, Allah’a tevekküle zikir ve cihada; esaretten hakiki özgürlüğe, günah ve nisyanlardan, riya ve aldatıcı makamlardan, kavmiyetçilikten, milliyetçilikten soy, sop davalarından; doğruluğa ve insan olmaya, adam gibi adam olmaya, lebeyk dedin. Lebeyke la şerike leke lebeyk dedin. Buyur dedin ortağı ve benzeri olmayan birine buyur Ya Rabb emrindeyim dedin!..
İbrahim gibi, tevhid önderine itiaat için lebeyk dedin,
İsmail gibi, teslim olmak için lebbeyk dedin,
Hacer gibi, gayret ha gayret ve tevekkül için lebeyk dedin,
Muhammed Mustafa gibi güneşi sağ elime ayı da, sol elime verseler bile, küffara asla teslim olmayacağına dair söz vermek için Lebeyk Allamume lebeyk dedin.
Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali ve diğer sahabiler gibi, gökteki yıldızlar olmak için lebbeyk dedin.
Veda Haccında sayıları yüzbinleri bulmuş müminlerle, Medine-i Münevvere’den hareket eden Hz. Peygamberimiz (s.a.s.) beraberinde, bütün zevcelerini, sevgili annelerimizi ve biricik kızı Hz. Fatıma’yı da götürdü.
Her bir insanlık aleminin birer yıldızı olan, Sahabe-i Kiram ile birlikte bir nur ırmağı gibi ilerleyen ve yol boyu sürekli katılanlar oluyordu, bu nur ırmağı büyüdükçe büyüyüyordu. Onların getirdiği telbiye ile o müthiş teslimiyet dua ve niyaz nağmeleri ile dağ taş inliyordu. Mekke ufukları yeni bir fetih için nurlanıyordu.
Bu nurdan kafile, konakladığı yerden tekrar hareket ettiği zaman, sanki gözün görebildiği her yer insan seli gibiydi. Sanki yolda bir insan denizi, dalgalana dalgalana gidiyordu.
Telbiye haccının cisminde ve kanında yaşayan hücrelere karışan, imani elektriklenmeyi öylesine sağlıyor ki, haccı telbiye çektiğinde, tellerde gerçekleşen elektrik akımı gibi bütün vücudunda bunu hisseder. Lebbeyk dediğinde, kanıyla, canıyla ve ruhuyla birlikte, büyük bir özlem ve duygu içinde tevhid bayraktarlığını yapmış Peygamberler atası, Allah’
ın dostu, sevgili kulu İbrahim ve oğlu İsmail’e kavuşmak için lebeyk diyor.
Sen de yerinde durma! Bugün hareketsizlik günü değil, sakin ve vakarlı ama olağan üstü bir hareketlilik içinde olmalısın. Sanki ondört asır öncesinden, Peygamberin eda ettiği veda haccında ve o güzide sahabesiyle birlikte hac yapıyorsun. O Peygamber iklimini teneffüs etmeye, ruhlarıyla buluşmaya çalış, bunda bulacağın hazzı; maddede ve dünyevi nimetlerinin hiçbirinde bulamazsın. Telbiyen içten, gönülden, ta kalbinin derinliğinden gelsin ki, senin telbiyenle; dağlar, taşlar, ovalar, vadiler ve ağaçlar her şey selam dursun, saygı göstersin telbiyene telbiye ile katılsın.
“Lebeyk Allahumme lebeyk, lebeyke la şerike leke lebeyk, inne’l-Hamde ve’n-ni’mete leke ve’l-mülk, la şerike lek”
“Buyur Allah’
ım buyur! Senin eşin ve ortağın yoktur. Bütün hamd ve nimet senin için ve tüm mülkler senindir. Senin ortağın yoktur.” l

Haccın Menâsikı/Hac Fiilleri

İslâm fakihlerine göre haccın menâsikı, yani haccın fiilleri rükün, vâcip ve sünnet kısımlarına ayrılır. l

Haccın Rükünleri:

Hanefîlere göre haccın rükünleri ikidir:
1) Arafat’ta vakfe yapmak
2) Ziyâret (ifâda) tavafını îfâ etmek.
Bu rükünlerden birisi eksik kalırsa hac bâtıl olur. Rükün veya farz kesin delille; vâcip ise zannî bir delille sâbit olan hükümdür. Vâcibi bir özürden dolayı terkedene bir şey gerekmez. Ancak özürsüz terkederse kurban cezası gerekli olur. l

Haccın Vâcipleri

Hanefîlere göre, hacda, kendi başına vâcip olan beş ibâdet vardır:
1) Sa’y.
2) Müzdelife’de vakfe.
3) Şeytan taşlama.
4) Tıraş veya saçları kısaltma
5) Vedâ tavafı.
Bunlardan başka, haccın rükün, farz veya şartlarını tamamlayıcı nitelikte olmak üzere dokuz tane de vâcip vardır. Bunlar şunlardır:
1) İhrama mikat denilen yerlerden başlamak: Mikatı ihramsız geçen kimse, geri dönüp mikatta ihrama girer ve telbiye getirirse bir şey gerekmez. Kurban cezası sâkıt olur. İbn Abbâs mikattan sonra ihrama giren kimseye şöyle demiştir: “Mikata dön ve telbiye getir. Aksi halde hac etmiş olmazsın.”
2) İhramlıya yasak olan şeyleri terketmek: Dikişli elbise giyilmesi, avlanması, daha ihramda iken saçların kesilmesi gibi.
3) Arafatt’ta güneşin zevâlinden, guruba kadar durmak.
4) Dört dolanımı farz olan ziyâret tavafını yedi şavta tamamlamak.
5) Ziyaret tavafını, kurban bayramının birinci, ikinci veya üçüncü gününde yapmak.
6) Tavaf sırasında abdestli olmak ve avret yerleri örtülü bulunmak.
7) Kâbe-i Muazzama’yı tavafa daima Haceru’l-Esved tarafından başlayıp, Beyt’i sola alarak tavaf etmek ve bunu yaya olarak yapmak.
8) Tavafı, Hatim’in gerisinden yapmak.
9) Her tavaftan sonra iki rekât namaz kılmak.
Haccın vâciplerinden birini terketmek, haccın sıhhatine mâni olmaz. Bundan dolayı ceza olarak yalnız kurban kesmek gerekir. Kurbanın eti Mekke-i Mükerreme yoksullarına dağıtılır. Bununla birlikte, terkedilen bir vâcip yeniden yapılınca ceza düşer. Abdestsiz yapılan bir tavafı, abdestli olarak yeniden yapmak gibi.

Hac Nasıl Yapılır? (Hacla İlgili Uygulama Özeti)

1) İhrama girmek: Mikat yerinde yıkandıktan veya abdest aldıktan sonra hacca veya umreye yahut her ikisine niyet edilir. Niyet şöyle olur: “Hacca (veya umreye) niyet ettim, ey Allah’ım, onu bana kolay kıl ve onu benden kabul buyur. Ben Allah için ihrama girdim.” Başkasının yerine hac veya umre yapacak olan kimse ise; “falancanın yerine hacca (veya umreye) niyet ettim ve Allah için ihrama girdim” der. İki rekât ihram namazından sonra telbiyede bulunur: “Lebbeyk Allahumme lebbeyk...”
2) Mekke’ye Ked⒠denilen üst taraftan girilir ve Mescid-i Harâm’a Benî Şeybe kapısından dâhil olunur. Sonra Haceru’l-Esved köşesinden başlanarak Kudüm tavafı yapılır.
3) Tavaf: Kudüm, ziyâret (ifâda) ve vedâ (sader) tavafları yerine getirilir. Haccın rükünlerinden olan ziyâret tavafı, kurban bayramı sabahından itibaren bayram günlerinde; bu mümkün olmadığı takdirde ömür sonuna kadar yapılabilir. Hayız ve nifaslı kadın, haccın tavaf dışındaki bütün ibâdetlerini yapabilir.
4) Sa’y: Kudüm veya ziyâret tavafından sonra Safâ ile Merve arasında, dört defa Safâ’dan Merve’ye, üç defa da Merve’den Safâ’ya gider gelir. Belirli bir bölgede (bugün için iki yeşil direk arasında) hızla koşar. Safâ ve Merve tepesine Kâbe görülünceye kadar çıkıp Beytullah’a yönelerek tekbir, tehlil ve salât u selâmda bulunur.
5) Yalnız hacca niyet eden kimse, sa’yden sonra Mekke’de yine ihramlı olarak kalır; dilediği zaman Beytullah’
ı nâfile tavaf eder. Zilhicce’nin sekizinci günü Mina’ya gider, orada kalır.
6) Arafat’ta kalış: Arafe günü, güneşin doğmasından sonra Mina’dan Arafat’a gider. Öğle ve ikindi namazlarını Nemire Mescidi’nde veya başka yerde imamla birlikte birleştirerek kılar. Haccın vakfe rüknünü yerine getirdikten sonra, güneşin batışını müteâkip Müzdelife’ye geçer.
7) Müzdelife’de gecelemek: Müzdelife, Mina ile Arafat arasındadır. Hacılar burada, bayram akşamı, akşamla yatsı namazını, şafak kaybolduktan sonra birleştirerek kılarlar. Sabah namazı da Meş’ar-i Haram’da kılınır. Tazarrû ve duâ için vakfe yapılır ve güneş doğmadan önce Mina’ya gidilir.
8) Şeytan taşlama: Bayramın birinci günü, Akabe Cemresi’ne yedi tane küçük taş atılır. Bundan sonra, temettû veya kıran haccı yapanın kurban kesmesi vâcip olur. İfrad haccı yapanın kurban kesmesi ise isteğine bırakılmıştır.
9) Sonra saçlar tıraş edilir veya kısaltılır. Kökünden tıraş, daha fazîletlidir. İmam Şâfiî’ye göre, iki üç tel saç kesmek de yeterlidir. Bundan sonra normal elbiseler giyilir, eşiyle cinsel temas dışında tüm ihram yasakları sona erer.
10) Mümkün olursa, aynı gün ziyâret tavafı yapılır; iki rekât tavaf namazı kılınır; zemzem suyu içilerek duâ edilir. Ziyâret tavafından sonra artık cinsel temas da serbest olur.
11) Bundan sonra Mina’ya gidilir. Acelesi olmayan hacılar orada üç gün daha kalarak, bayramın ikinci, üçüncü ve dördüncü günleri ilk, orta ve büyük (Akabe) şeytana yedişer taş atarlar. Acele edenler, bayramın üçüncü günü yapılacak taşlama ile yetinerek, o gün güneş batmazdan önce Mina’dan ayrılabilirler. Taşlamalar, güneşin zevâli ile batışı arasında yapılır. Ancak, dördüncü gün taşlaması, zevâlden önce de yapılabilir.
12) Vedâ tavafı: Taşlamalar bittikten sonra Mekke’ye dönülür; vedâ tavafı yapılarak iki rekât namaz kılınır. Kana kana zemzem içilir, bununla yüz ve baş yıkanır, zorluk olmazsa bedene dökülür. Zemzem içerken şöyle duâ edilir: “Allahumme innî es’eluke ilmen nâfiâ ve rızkan vâsiâ ve şifâen min küllî dâin.” Mânâsı: “Allah’
ım, ben Senden faydalı ilim, geniş rızık ve her türlü hastalıktan şifâ dilerim.”
Artık tam bir edep ile tekbir ve tehlil getirerek, Haceru’l-Esved’le Kâbe kapısı arasında bulunan ve Mültezem denilen yere gelip, -imkân varsa- yüz ve göğüs sürülür; Kâbe-i Muazzama örtüsüne yapışarak duâda bulunulur. Artık memleketine dönecek olan hacılar yüzünü Beytullah tarafından ayırmayarak hüzünlü bir şekilde arka arka çekilirler ve Harem-i Şeriften çıkarlar.
Yalnız umre yapmak isteyen kimse, mikatta; Mekkeli ise harem dışında, umre yapmaya niyet edip ihrama girer. Erkek, elbiselerini çıkarıp peştemala bürünür; telbiye getirir ve yol boyunca telbiyeye devam eder; ihram yasaklarından kaçınır. Mekke-i Mükerreme’ye girince umre için tavafta bulunur. Hacerü’l-Esved’i her defasında selâmlar ve ilk üç dolaşımında sürat gösterir, tekbir ve tehlilde bulunur. Bundan sonra Safâ ile Merve arasında yedi defa sa’y yapar. Daha sonra saçlarını tıraş ettirmek veya kısaltmak sûretiyle umresini tamamlamış ve ihramdan çıkmış olur. Artık Mekke’de kaldığı sürece Kâbe’yi nâfile olarak tavaf edebilir. Normal elbiselerini giyer ve kendisine daha önce helâl olan şeyler, yine helâl olmuş olur.
Umrenin rüknü, tavaftır. Âyette; “Onlar o Beyt-i Atîk’
ı tavaf etsinler” (22/Hacc, 29) buyrulur. Vâcipleri ise; Safâ ile Merve arasında sa’y yapmak, tıraş olmak veya saçları kısaltmaktan ibarettir. Tavafın ilk dolanımında, Haceru’l-Esved selâmlandığı andan itibaren telbiye kesilir. Bu, umrenin sünnetidir.
Umre için belirli bir zaman yoktur. Yılın her mevsiminde yapılabilir. Ancak Hanefî mezhebine göre, yalnız Arafe günü ile kurban bayramının ilk dört gününde umre yapılması tahrîmen mekruhtur. Ramazan ayında yapılması ise menduptur. Şâfiîler, Arafe ve kurban bayramı günlerinde yapılacak umrenin daha az fazîletli olduğunu söylerler.

Mekke’ye Varış

Hz. İbrahim, hanımı Hacer ve oğlu İsmail’le beraber geldiği ıssız ve sessiz vadi, bu yerden fışkıran tevhid esasları, rahmet meş’alesinin yanıp tutuştuğu mekan, mukaddes şehir, haram bölge, dikenlerin arasından fışkıran gülün vatanı, karanlık gecelerin büründüğü nurlu sabahın fecri, Hz. Muhammed Mustafa’nın doğup büyüdüğü yer Mekke diyarı...
Taşı, toprağı, dağları, mağaraları, vadileri, her yeri karış karış anılar ve hatıralarla dolu ve güllerinin kokuları misk-u amber olan kutlu şehir; Mekke diyarı....
Peygamberin nidası, can dostların dostane icabetleri, lebeyyk Allahümme lebbeyk diyen gönüller ve şakırdayan bülbüllerin yeri; Mekke diyarı...
Artık Mekke’deyiz, Rabb’imize ahdimizi yenileyeceğimiz yerdeyiz, Lebbeyk diyerek Mekke’ye giriyoruz. Dünyayı ve içindekileri mikat mahalinde bırakarak; benliğimizle, bedenimizle ahdi kadimden ahdi cedide, ölümlü dünyadan ölümsüz dünyaya, doğduğumuz gün gibi arınacağımız yere, Mekke’ye varıyoruz ve dillerimizde şu dualarla Mekke’ye giriyoruz.
“Rabb’imiz! Affını dileriz, dönüş sanadır.
Rabb’imiz! Eğer unutacak veya yanılacak olursak bizi sorumlu tutma
Rabb’imiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize de ağır yük yükleme.
Rabb’imiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma,
bizi affet,
bizi bağışla
bize acı.
Sen Mevla’mızsın.
Kafirlere karşı bize yardım et.”
Rabb’imiz bu kutsal mekanda,
bu haram bölgede
tevhid diyarında,
senin rızan için gelenlerin boş dönmeyeceği,
duaların makbul olacağı yerde,
bizleri mahrum bırakma,
bizi mahşer-i kübrada mahcup eyleme,
rahmetinle bizleri bağışla.”
Eğer Allah’
ı hakkıyla tanısaydık, dualarımız dağları yerinden oynatırdı. Dualarımız ulaşması gereken yere ulaşmıyor, ellerimiz açık, gönüllerimiz kapalı, gören gözlerimiz açık, kalp gözlerimiz kapalı, kulaklarımız şer ve fesada açık, hakkı işitip dinlemeye kapalıdır. Tüm bunlardan kalbi ve gönül hastalığından Allah’a sığınırız. Bizi bizden, özümüzü özümüzden iyi bilen ve bize kan damaralrımızdan daha yakın olan allah Teala’nın yüce rahmetine sığınırız.

Ka’be Tarihi

Kur’an; Kabe’nin insanlara, Allah’a ve Allah’ın birliğine inanan dinin, ithaf edilmiş dünyadaki en eski mabedi olduğunu beyan etmektedir. Cenabı Hak şöyle buyurmaktadır: “Doğrusu insanlar için ilk kurulan ev, Mekke’de, dünyalar için mübarek ve doğru yol gösteren Kabe’dir.”
Hac etmenin en önemli yeri Kabe’dir. Kabe’nin ilk inşaatı Hz. İbrahim (a.s.) tarafından yapılmıştır. Bazı rivayetlerde Kabe’nin ilk olarak Hz. Adem tarafından inşa edildiği, Hz. İbrahim’in ise Ka’be’nin ilk temelleri üzerine, yeniden binayı inşa ettiği rivayet edilmiştir.
Hz. İbrahim‘in doğup büyüdüğü yerde insanlar, putlara tapıyorlardı. Hz. İbrahim, çeşitli zamanlarda kavminin yaptığı bu davranışlarının çok kötü olduğunu, kendilerine bir fayda ve zararı olmayan bu putlara tapmanın, akıl sahiplerinin işi olamayacağını onlara hep hatırlattı. Onları bir olan Allah’a iman etmeye, şirk ve inkarcılıktan vazgeçmelerini istedi. Kavmi, iman etmeyerek ona şiddetle karşı çıktılar, başta en yakını olan babası Azer (bir rivayette dayısı) Putlara tapmaktan asla vazgeçmeyeceklerini tekrarlayıp durdular. Hz. İbrahim’in bu davetinden dolayı onu kınadılar. Putlara karşı oluşundan dolayı onların tanrılarını kızdırdığını ve tanrıları ona karşı gazaba geleceğini onu mahvedeceklerine inanıyor ve ona uyarıda bulunuyorlardı.
Hz. İbrahim, Nemrut tarafından cezalandırılmak üzere ateşe atılmış, Allah’
ın emriyle ateş, dostu İbrahim’e karşı serin olmuş, ateşin içinde güllerden çevrili, cennet misali bir bahçe oluşmuştu. Hz. İbrahim kavminin kendi davetine icabet etmediklerinde onları, terk ederek karısı Hacer ve oğlu İsmail’i yanına alarak, ata yurdundan çok uzak güneye doğru, hicazda hiç kimsenin yaşamadığı, ıssız ve sessiz bir vadiye hicret etti.
Belli bir zaman sonra, İbrahim (a.s.) Beyt-i Makdise doğru gitmesi emredilir. O’da bu emir doğrultusunda gitmeye hazırlandığı sırada, hanımı Hacer kendisini ve çocuğunu hiç kimsenin yaşamadığı, yiyecek ve içeceğin olmadığı bu mekanda, onları kime ve nasıl bırakacağını sorar. Ancak bu sorunun akabinde, İbrahim’den cevap almadan önce şayet bu, Allah’
ın bir emri ise, ondan durmadan hemen gitmesini istemiştir. Her şeye kefil ve Rezzak olarak Allah yeter diyerek, bizlere tevekkülün ve teslimiyetin gönüllerdeki muazzam fetih örneğini göstermiştir.
Daha sonra, Hz. İbrahim (a.s.) Mekke’de sadece Allah’a ibadet eden bir ailenin temelini oluşturdu.
İsmail (a.s.) büyüyünce Allah, Hz. İbrahim’e insanların ibadet edeceği, zikir ve şükür edebilecekleri, namaz kılabilecekleri, namaz kılarken yönelebilecekleri bir merkez oluşturmasını emretti.
Cenab-ı Hakk şöyle buyurmaktadır:”İbrahim ve İsmail Kabe’nin temellerini yükseltiyordu. “Rabb’imiz! Yaptığımızı kabul buyur, şüphesiz ki; sen hem işitir hem bilirsin” dediler.”
“İkimizi sana teslim olanlardan kıl, soyumuzdan da sana teslim olanlardan bir ümmet yetiştir. Bize ibadet yollarımızı göster, tevbelerimizi kabul buyur, çünkü tevbeleri daima kabul eden, merhametli olan ancak Sensin.”
“Rabb’imiz! içlerinden onlara Senin ayetlerini okuyan, kitabı ve hikmeti öğreten, onları her kötülükten arıtan bir peygamber gönder. Doğrusu güçlü ve hakim olan ancak Sensin.”
“Kendini bilmezden başkası İbrahim’in dininden yüz çevirmez. And olsun ki, dünyada onu seçtik, şüphesiz o ahirette de iyilerdendir.“
“Rabb’i ona “Teslim ol” buyurduğunda “Alemlerin Rabb’ine teslim oldum” demişti.”
“
İbrahim bunu oğullarına vasiyet etti. Yakup da “Oğullarım! Allah dini size seçti, sizde ancak O’na teslim olmuş olarak can verin” dedi.”
Kabe’nin inşası bittikten sonra, Allah onlara tüm necis olan ister maddi, ister manevi necaset, şirk veya küfür olsun, ondan kesinlikle uzaklaşmalarını ve Kabe’yi bundan temiz tutmalarını emretti.
Allah şöyle buyurmaktadır: “Kabe’yi insanlar için toplanma ve güven yeri kılmıştık. İbrahim’in makamını namaz yeri edinin, dedik. Evimi ziyaret edenler, kendini ibadete verenler, rüku ve secde edenler için temiz tutun diye İbrahim ve İsmail’e ahd verdik.”
Kabe insanların Allah’a ibadet etmeleri için yapılan ilk yerdir. Bununla ilgili Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “Doğrusu insanlar için ilk kurulan ev, Mekke’de, dünyalar için mübarek ve doğru yol gösteren Kabe’dir.”
“Orada apaçık deliller vardır, İbrahim’in makamı vardır; kim oraya girerse, güvenlik içinde olur; oraya yol bulabilen insana, Allah için Kabe’yi haccetmesi gereklidir.”
Hz. İbrahim’in vefatından sonra oğlu İsmail (a.s.) babasının yolunda yürüdü. Tevhid dini, tüm şirk ve küfürden arınmıştı. Ancak İsmail (a.s.)’dan çok zaman sonra, insanlar tarafından şirk, yine bu mukaddes yerlere getirilerek, putlara tapma yaygınlaştı. İnsanlar Kabe’yi ziyaret edip haccediyorlardı. Ancak yapılan bu hac, artık İbrahimi değildi, şeytanın razı olacağı şirkle yoğrulmuş bir hac anlayışı, Araplarda hakim olmaya başlamıştı.
Şirkten temiz tutulması emredilen bu mukaddes ve bu kutlu mekanlar da, putlar doluydu. Bu durum, Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.) efendimizin Peygamber olarak gelmesine kadar devam etti. Allah, Nebisi Muhammed (s.a.s.)’yi İbrahim gibi insanları şirkten ve tağuttan kurtararak onları sadece Allah’
ın birliğine ve tevhid anlayışına çağırdı. Kabe’sini (evini) putlardan temizlemesini, küfrün bir daha oraya girmesini yasaklayarak o beldeyi yeniden haram ve emin bir bölge ilan etti.