Hz. MUHAMMED S.A.in HAYATI
Hz. Muhammed s.a. Abdülmuttalibin
oğlu Abdullah ile, Vehbin kızı Âminenin tek çocuklarıdır. Ataları Hz. İbrahim
a.s. ve oğlu Hz. İsmail a.s. tarafından kurulan Mekkede M.S. 569 yılının
Rebiülevvel ayının 12. pazartesi günü (Hicretten önce 53. yılda) dünyaya geldi.
Şifâ-i şerifde nakledilen bir hadisinde Hz. Muhammed s.a.: Ben atam İbrahimin
duası, kardeşim Îsânın müjdesi, annem Âminenin rüyasıyım. buyurmuşlardır.
Peygamberimizin soyu, sonradan Araplaşan kavimlere dayanır.Yirmibirinci
göbekten dedesi Adnan Hz. İsmailin torunudur.Soy kütüğü Adnan, Mead, Nizar,
Mudar, İlyas, Müdrike, Huzeyme, Kinane, Nadr, Mâlik, Fihr, Galib, Lüey, Kab,
Mürre, Kilab, Kusay, Abdümenaf, Haşim, Adbülmuttalib, Abdullah, Muhammed olarak
devam edip gelir. Büyük dedesi Hz. İsmail Arapçayı 14 yaşından sonra
öğrenmiştir. Annesi ve babasının soyunda düşük ahlâklı birisi olmadığı gibi,
kavimleri arasındaki itibarları da yerindedir.
Babası doğumundan birkaç hafta önce vefat etmiştir. Muhammed s.a. yetim ve
yoksul olduğu için varlıklı göçebe süt anneler bu çocuğa süt emzirmeye talip
olmamışlar, Sad b. Bekir kabilesine mensup yoksul Halime, emzirecek zengin
çocuğu bulamaması sebebiyle, eli boş dönmemek için Muhammed s.a.i alıp kendi
obasına götürmüştür. Halime alıp götürünceye kadar onu Amcası Ebu Lehebin
cariyesi Süveybe emzirmiştir. Amcası Hamza, Ebu Seleme ve Şeyma Muhammed s.a.in
süt kardeşleridir.
Annesi âmine, hamileliği sırasında gördüğü rüyayı, önemli bir kişiye hamile
olduğuna yormuş, kendisine doğacak çocuğa Muhammed veya Ahmed adını vermesi
telkin edilmiştir. Muhammed s.a.i sancısız doğurmuştur. Doğuştan sünnetlidir.
Doğunca melekler yıkamış ve iki omuzu arasına peygamberlik mührünü vurmuşlardır.
Hadislerde anlatıldığına göre, Muhammed s.a.i alıp götüren Halimenin eşeği,
kervanın en hızlı hayvanı haline gelmiş, süt sağılan devesi de, bütün aileye
yetip artacak kadar bol miktarda süt vermeye başlamış. Süt annesi Halimenin
yalnızca bir memesinden süt emmiş, diğer memesini süt kardeşine bırakmıştır.
Halimenin koyunları ve keçileri, otu kıt bir otlakta doymaya ve süt dolu
memelerle eve dönmeye başlamışlardır.
Süt annede olduğu sırada, göğsü iki melek tarafından yarılmış, kalbi dışarı
alınarak semavi bir su ile yıkanmış ve tekrar yerine konmuştur. Muhammed s.a. bu
suyun serinliğini daima hissettiğini söyler. Bu dönemde melekler vasıtasıyla her
çeşit mahlûkata tanıtılıp, tanıştırıldığı da nakledilir.
Süt annedeyken, omuzunu ısırarak iz bıraktığı süt kardeşi, daha sonra esir
olarak Hz. Muhammed s.a.in karşısına geldiğinde, kendisini omuzundaki diş
izinden tanıtan Şeyma süt kardeşi Muhammed tarafından büyük iltifata mazhar
olmuştur.
Annesi ve Ümmü Eymen ile, Medinede dedesi Abdül-muttalibin akrabalarının
yanında kaldığı sıralarda oradaki bir su birikintisinde yüzmeyi öğrendiğini,
kaldığı evin kızı Üneyse ile konağın kulesine konan kuşu uçurarak oynadıklarını
daha sonra zaman zaman anlatmıştır.
Ziyaret maksadıyla gittiği ve bir yıl kaldığı Medine den Mekkeye dönerken Annesi
Amine Ebvada vefat etmiştir. Yaşının küçük olmasına rağmen çok üzülmüş ve an-
nesini hiç unutamamıştır. Ne zaman yolu Ebvadan geçse, annesinin mezarı başında
durup gözyaşı dökmüştür. Huzurunda korkanlara:
- Ben kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum. diyerek tevazuunu ifade
etmiştir.
Annesinin defnedilmesinden sonra, Ümmü Eymen Muhammed s.a.i, 108 yaşındaki
dedesi Abdulmuttalibe götürüp teslim etti.
Dedesi Abdülmuttalip, ne zaman şehir meclisini toplayıp müzakere yapmak üzere
serdiği halının üstüne otursa, Muhammed s.a. oyuncaklarını bir kenara atar,
meclisin bu toplantılarına katılırdı. Dedesinin yanıbaşında oturmak isterdi.
Amcaları buna mani olmak isteyince de dedesi:
- Bırakın, o kendini büyük adam yerine koyuyor. Ümid ederim ki, o birgün büyük
adam olacak kadar akıllı. derdi. Meclistekiler çocuk Muhammed s.a.den rahatsız
olmazlardı.
Bir kuraklık senesi, dedesi Abdülmuttalib, torunun başı için Allaha niyaz edip
yağmur istemiş, Allah ümidini boşa çıkarmamıştı. Akrabalarından kim bir şeyini
kaybetse Muhammed s.a. bulup getirmiştir. Otlakta kaybolan develeri bulmaya
gittiğinde, gecikerek karanlığa kaldığı için dedesi gece dağlara düştü, sonra
Kâbeye gelip tavaf yaptı ve:
- Ya Rabbi bana küçük Muhammed s.a.i getir. Beni böylece nimetlerine gark
eylemiş ol. diye dua etti. Geldikten sonra da bir daha böyle işlere
göndermemeye ahdetti. Muhammed s.a. 8 yaşındayken dedesi de vefat etti.
Artık Amcası Ebu Talibe emanetti. Ebu Talib eşine ender raslanan gani gönüllü
bir adamdı. Hanımı Fâtıma bint Esedin de Ebû Talibden aşağı kalır yanı yoktu.
Yengesi öldüğü zaman çok üzülen Hz. Muhammed s.a.e:
- Yaşlı bir kadının ölümüne niye bu kadar üzülüyorsun? diyenlere Muhammed s.a.:
- Nasıl üzülmiyeyim? Ben onun yanında yetim, sığıntı bir çocuk olduğum halde, o
çocuklarını aç tutar, önce beni doyururdu. Benim saçlarımı taramak için kendi
çocuklarını bir kenarda bırakırdı. O benim anam gibiydi. demiştir.
Ebu Talib, çocuklarıyla birlikte sofraya üşüşmediğini gördüğü yeğenine ayrı
sofra kurdururdu.
Muhammed s.a. bir süre çobanlık yaptı. Çobanlık yaptığı sırada, iki defa
şehirdeki şölene katılma niyetiyle, çoban arkadaşlarıyla anlaşarak şehre inmişse
de, ilâhî bir tecelli ile olsa gerek şölene katılması kendisine nasib olmamıştır.
Bir daha da böyle şeylere katılmayı aklından bile geçirmemiştir.
Amcası Ebu Talib ile birlikte 10 yaşındayken bir ticaret kervanına katıldı.
Kudüs ile Şam arasındaki Busra kasabasında, Rahib Bahiranın uyarısı üzerine,
Muhammed s.a.in başına bir sıkıntı gelmemesi için, Amcası Ebû Talib Muhammed
s.a.i Mekkeye adamlarıyla geri göndermiştir. Çünkü Rahib Bahira Muhammed
s.a.in yüz hatlarından ve bulutun, kızgın güneş altında ona gölge yapmasından,
onun beklenen peygamber olacağının haberini vermiş ve korunmasını istemiştir.
Mekke bayramına katılmayan Muhammed s.a.i bir defasında halaları azarlayarak,
ilâhî azab ile tehdit ederek katılmaya zorladılar. Bayramdaki coşkunun doruğa
çıktığı bir sırada, Muhammed s.a. sapsarı bir yüzle, titreyerek kendisini çadıra
zor attı. Tuhaf bazı kimselerin bayrama iştirakine mani olduklarını anlattı.
Gençliğinde, putlar adına kesilen kurban etinden yemediğini de anlatmıştır.
Bunlar Muhammed s.a.in etrafında cereyan eden olayların şuuruna vardığının
delilidir.
Bir gün Ebu Leheb kardeşi Ebu Talibi altına alıp döverken, Muhammed s.a. Ebu
Lehebi iterek, Ebu Talib amcasını kurtarmış, Ebu Lehebin dövülmesine vesile
olmuştur. Bunu Ebu Leheb hiç unutmamıştır.
Gençliğinde Mekkede dükkan açtığı ve Mekkeli Saib adında biriyle ortaklık
ettiği nakledilir. Ortağı Saib:
- Hz. Muhammed s.a. kervanla geri döndüğü zaman bana ticaretimizin kârının
zararının hesabını vermeden evine gitmezdi. Kervanla dışardan gelen ben isem,
bana sadece sağlığımla ilgili haberler sorardı. demiştir.
Muhammed s.a. yirmi dört yaşında, müstakbel eşinin kervanın başında Suriyeyi
tek başına yeniden ziyaret etmiştir. Tamamı ticari amaçlı olmak üzere, Yemeni,
Basra körfezinin sahil kısımlarını (Abdülkays ülkesini) uzun sürelerle ziyaret
etmiş, muhtemelen Kızıldenizi geçerek Habeşistanı
ziyarette bulunmuş ve herkesin dilinde elemîn güvenilir lakabını kazanmıştır.
Birçok kimse, tasarruflarını Hz. Muhammed s.a.e emanet etmiştir. Nitekim
Medineye hicret ettiği günlerde, emanetlerin sahiplerine teslimi işini Hz.
Aliye havale ederek yola çıkmıştır.
25 yaşındayken kendisinden üç yaş büyük dul bir hanım olan Hz. Hatice ile
evlenmiştir. 7 çocuğu dünyaya gelmiştir. 28 yıl süren evlilik hayatlarında Hz.
Hatice Hakka yürüyünceye kadar Hz. Muhammed ikinci bir hanımla evlenmemiştir.
Mekkede ve civarındaki haksızlıkları, zulumleri, kabadayılıkları önlemek,
ortadan kaldırmak için amcası Zübeyrin başkanlığında kurulan
Hılfülfüdül-Erdemliler meclisine katılmıştır. Hılfül-füdül ilkelerini çiğneyen
Nübyeh b. Haccacı,
Übey b.Halefi ve Ebu Cehili cezalandırmıştır. Zaman zaman:
- Onların meclisine katıldım. Bu meclisten çekilmem için bir deve sürüsü
verseler bile bu üyelikten vazgeçmezdim. Hatta bugün dahi böyle bir teşkilata
davet edilecek olsam, bunu derhal kabul eder, yardımlarına koşardım. demiştir.
35 yaşındayken, Kabenin (özgür mabedin) tamiratında taş taşımış, taşın omuzunu
daha fazla kanatmaması için bir defasında diğerleri gibi, izarını (eteğini)
çıkararak katlayıp omuzuna koymak istediğinde, yere düşürülmüş ve örtünmesi
emredilmiştir. Yine Kâbe tamiratı sırasında, Hacer-i Esvedin yerine konulması
savaşa sebep olmak üzereyken, tesadüfen gelecek ilk kişinin hakemliği kabul
edilmiş, gelen ilk kişi, her zaman olduğu gibi oraya çalışmaya gelen, Hz.
Muhammed olmuş ve onun hakemliği herkesi memnun etmiştir.
Hz. Muhammed s.a.in, peygamberliğinden önce, insana insan hak ve hürriyetlerine
değeri ifade eden önemli bir hadise vardır. Oymağından çocuk yaşta kaçırılıp,
köle pazarlarından Hz. Hatice tarafından satın alınan Zeyd b. Harise, Hz.
Muhammed s.a.e düğün hediyesi olarak verilmiştir ve bu sıralarda da Zeydin
babası ve amcası Zeydi bulmuşlardır. Muhammed s.a.e gelerek:
- Ya Muhammed s.a. her ne bedel istiyorsan, ödeyelim, oğlumuzu bize ver,
götürelim. teklifinde bulunmuşlar. Hz. Muhammed s.a.:
- Zeyd köle değildir, hürdür. Sizinle gitmek istediği takdirde bir bedel
istemiyorum. Gitmek istemediği takdirde siz de onu rahat bırakır mısınız? karşı
teklifinde bulunur.
İki taraf da seçimi Zeyde bırakır. Zeyd:
- Sahibimde (arkadaşımda) öyle bir şey gördüm ki, kıyamete kadar onu herkese ve
her şeye tercih edeceğim. diyerek babası ve amcası ile gitmeyi reddederek Hz.
Muhammed s.a.i tercih eder.Bu ve benzeri hadiseler Nur sûresi 35. ayette ifade
edildiği üzere Hz. Muhammedin ilâhî vahiy ile görevlendirilmeden önce de
insanlığa faydalı olabilecek niteliklere, Ahlâk-ı Hamideye sahip bir kimse
olduğu gösterir.
Hz. Muhammed s.a.in 35 yaşından sonra, derin ve manevî düşüncelere daldığını
görüyoruz. Dedesi Abdülmuttalib gibi, Ramazan ayı boyunca, Nur dağındaki Hîra
mağarasında inziyava çekiliyor, dua ediyor, tefekküre dalıyor ve elindeki azıcık
yiyeceğini gelen geçenle, kurtla kuşla bölüşüyordu.
Hîrada, inzivaya çekilmeye başladığının beşinci yılı Cebrail ile muhatap oldu.
Kendisine Alâk sûresinin ilk beş âyeti indirildi.
96/1 Her şeyi emsalsiz güzellikte yaratan Rabbinin, insan, toplum, tabiat ve
yaratıcı ilişkilerine meşrûiyyet getiren, düzen içeren kitabını, Kuranı,
Rabbinin adı, izni ve yardımıyla oku, düşün, duyur!
96/2 O, insanı aşk ve sevgiden, bir ilişkiden, rahim duvarına yapışıp yerleşen
döllenmiş hücrelerden yarattı.
96/3 Meşrûiyyet kitabını, düzen içeren Kuranı
oku, düşün, duyur! Rabbin sonsuz kerem sahibidir, cömertliğine diyecek yoktur.
96/4 Kalem ile yazmayı ve bilgiyi öğretendir.
96/5 İnsana bilmediklerini öğretip belleterek hayata in-tibakını
kolaylaştırandır.
Bu, Hz. Muhammed s.a.i endişeye ve iç muhasebeye sevketti. Bu durumda iken en
büyük yardımcısı Hz. Hatice idi:
- Hiç korkma, Allah seni asla kötülük içine atmaz. Allah sana mutlaka
iyilikle-ihsan ile muamele yapacaktır. Çünkü sen yakınlarına yardım ediyorsun,
ailene bakıyorsun, hayatını dürüstlükle kazanıyor, insanların doğruluktan
ayrılmamalarını sağlıyorsun. Yetimlere sığınacak yer temin ediyorsun. Doğruları
söylüyor, emanete hıyanet etmiyor, hiç dayanağı olmayanlara yardım ediyorsun.
Muhtaçlara iyilik için koşuyor, herkes ile iyi geçiniyor, nezaketle muamele
ediyorsun. diyordu.
Daha sonra, Nur sûresinin 35. âyetinde de anlatıldığı gibi, vahy indirilerek
kendisindeki cevher harekete geçirilmese de, o insanlığa örnek olabilecek,
faydalı olabilecek bir yaratılışta idi.
24/35 Allah göklerin ve yerin hayatiyetlerini, ihyalarını sağlayan nûrudur,
göklerde ve yerde yaşayanların önünü ve ufkunu aydınlatır, hidâyet rehberlerini
gönderir. Onun nuru, üzerinde sabah aydınlığına benzer ışık veren bir direkteki
lambaya benzer. O ışık kristal bir ampul içindedir. Kristal ampul, doğu ve batı
güneşinden istifade etmeyen faydalı, bereketli zeytin ağacı gibi doğu ve batı
medeniyetinden etkilenmemiş bir medeniyet ağacından yakılan, peygamberler
soyundan gelen sanki inciye benzer parlayan bir yıldızdır. O ağacın mahsulünden
elde edilen yağ, neredeyse yakılmasa da çevresini aydınlatır. İşte bu, nur
üstüne nurdur, kat kat aydınlıktır, Kurandır, Muhammeddir. Allah, sünnetine,
düzeninin yasalarına uygun olarak, iradesinin tecellisine tâbi, akıllı ve
sorumlu varlıkları nuruna ulaştıracak hidâyet vesileleri, hakka yönlendirici,
aydınlatıcı bilgiler veriyor. Allah insanlara işte böyle misaller getirir. Her
şey Allahın
ilmi, planı, iradesi dahilinde cereyan etmektedir.
Bundan sonra Müzzemmil sûresinin ilk âyetleri (73/1-9) ile, Müddesir sûresinin
ilk âyetleri (74/1-6) indi.
73/1 Ey hırkasına, örtüsüne sarınarak, endişeli bekleyiş içinde istirahate
çekilen, sorumluluk yüklenen peygamber!
73/2 Geceleri kalk, geceleri ibadetle ihya et, geceleri az uyu.
73/3 Yarısını uyanık geçir. Yahut yarıdan biraz azalt.
73/4 Yahut yarıdan biraz çoğalt. Kurânı
yüksek sesle, tane tane, tertil üzere oku.
73/5 Sana, vahyi sıkıntılı, sorumluluğu ağır, değeri yüce bir kelâmı Kurânı
vahyedip, onu senin kalbine, hafızana yerleştireceğiz.
73/6 Gece yapılan ibadet, ilmî çalışma gündüz yapılandan daha etkili, daha
kalıcı, daha samimidir. Kurân daha iyi anlaşılır. Söz daha güzel söylenir, daha
iyi dinlenir, daha derin manalara nüfûz edilir.
73/7 Ayrıca, gündüz, senin, uzun uzun meşguliyetlerin, önemli işlerin için
zamana ihtiyacın var.
73/8 Rabbinin adını zikre, şükre devam et, Rabbine ibadet et, Rabbinin dinini,
şeriatını anlat. Bütün varlığınla Ona yönel.
73/9 O, doğunun ve batının Rabbidir. Ondan başka tanrı yoktur. Bu sebeple Onu
kendine hâmi, güvence edin. Ona danış.
74/1 Ey peygamberlik hilati giyen inzivaya çekilen Muhammed!
74/2 Kalk, meydanlara çık, artık insanları ve cinleri uyar.
74/3 Yalnız Rabbini yücelt, Onun büyüklüğünden bahset.
74/4 Elbiseni, kendini, işini, düşünceni, inancını, yolunu, yakınlarını temiz
hale getir.
74/5 Pisliklerden, putlardan, heykellerden, azâba sebep olacak günahlardan uzak
dur.
74/6 Verdiğinden daha fazlasını almak için kimseyi minnet altında bırakma.
Yaptığın iyiliği çok sunarak, başa kakma, karşılık bekleme, nazlanma.
Kalem ve Fâtiha sûrelerinin vahyinden sonra, bir süre vahiy kesildi. Bu kesilme
dedikoduya, alaya sebep oldu. Hz. Muhammed s.a. de epeyce üzüldü. Duha sûresiyle,
vahyin devam edeceği anlaşılınca, kendisiyle alay edenler, bu sefer, müminlere
eziyete ve işkenceye başladılar. Eziyet ve işkence, ölümle sonuçlanabiliyordu.
Bacaklarına bağlanan urganlarla iki deveye çektirilerek parçalanıp şehid edilen
Yasirin eşi bir Türk subayının kızı Sümeyye (Pamuk), kocasının hesabını sormak
üzere Kabede Ebu Cehilin yakasını toplamış ve o da Ebu Cehilin mızrağıyla
karnı parçalanarak şehid edilmiştir.
Hz. Muhammed s.a. Kabede namaz kılarken, secde sırasında, Ebu Cehil üzerine
deve eşi atmıştır. Kızı Hz. Fâtıma babasının yardımına koşmuştur. Ukbe b. Muayt
ise, harmanisini Hz. Muhammed s.a.in boğazına dolayarak boğmaya kalkmıştır. Ebu
Cehilin, yeğeni Muhammed s.a.e eziyet ettiğini duyan Hamza, Kâbede bulunduğu
sırada Ebu Cehilin üzerine yürüyerek elindeki demir yayıyla Ebu Cehili yaralayıp
devirmiş, kendisinin de İslâma girdiğini, herkese meydan okuyarak ilan etmiştir.
Peygamberliğin dördüncü yılında İslâma davetin aşikare yapılmaya başlanmasından
itibaren Hz. Muhammed s.a.e iman edenlerin hali de hiç iç-açıcı değildi. Hele
de zayıf ve zavallılar daha çok işkence görüyordu. Boğazlarına ip takılıyor,
çırılçıplak kızgın kumlarda sürütülüyor kızgın demirlerle dağlanıyor, dövülüyor,
yere yatırılarak üzerlerine kızgın kayalar konuyordu. Hz. Ebu Bekir gibi
kimseler bunlardan bir kısmını sahiplerinden satın alarak kurtarsalar bile, bir
kısmına işkence devam ediyordu. Hz. Muhammed ve İslâmın
ilk mensupları genç Müslüman Erkam b. Ebül-Erkam ın Safa eteğindeki evinde
toplanıyorlar, faaliyetlerini buradan yürütüyorlar, Resulullah ile burada
rahatça görüşebiliyorlar, taşradan gelenlere burada İslâmı
tebliğ ediyorlar ve Erkamın
evinde ağırlıyabiliyorlardı. Amcalarından birinin, Ebu Talibin sağ olduğu
sürece yeğenini himaye edeceği ilanına karşılık Ebu Leheb ve karısı Hz.
Peygamber ile bire bir her ortamda mücadele ediyorlardı.
Bir gün, Hz. Muhammed Kâbenin gölgesinde dinlenirken, müslümanlar
şikâyetlendiler. Rasulullah yerinden doğrularak oturdu:
- Size yapılanlar geçmişteki müminlere yapılanlara göre hiçbirşey değil. Bir
müminin mezarı kazılır. Mezarın içine dikerler, başına bir testere korlar.
İmanından vazgeç derler. Müınin imanından vazgeçmez. Başına koydukları testere
ile vücudunu yukardan aşağı ikiye bölerlerdi. diyerek, her türlü sıkıntıya
göğüs germeyi, iman nimetinden vazgeçmemeyi tavsiye etmiştir.
Müşrikler Hz. Muhammed s.a.i öldürmek istediler. Bir süre Erkamın
evinde saklanarak o sıkıntıyı atlattı. Bu sıralarda, müminlerin Habeşistana
hicretini tavsiye etti. Habeşistana gidenlerle, Necaşiye bir de mektup gönderdi.
Epeyce kimsenin Habeşistana hicreti Mekke müşriklerini rahatsız etti. Habeş
kralı nezdinde yaptıkları temaslardan, istedikleri neticeyi alamayınca, Haşim
oğullarına, Hz. Muhammed s.a.i dışlayıp kendilerine teslim etmeleri için bir
ültimatom gönderdiler. Ebu Leheb hariç, İslâma giren-girmeyen Haşim oğullarının
bütün fertleri bu ültimatomu reddetti. Mekke müşrikleri bu sefer Haşim
oğullarına karşı sosyal ve ekonomik ambargo kararı aldılar. Hz. Hatice ile Ebu
Talibin serveti bu ambago sırasında tükendi. İslâma girenler arasında büyük
bir sefalet başladı. Hiçbir zaman Hz. Muhammed s.a.i hâkim zümreye teslimi
düşünmediler. Üç sene devam eden ambargonun sonunda, farklı kabilelere mensup
4-5 gayr-i Müslim, Ebu Talibin kız kardeşinin oğlu Züheyr b.Ümeyye, Hişam b.
Amr, Mutim b.Adiy ve Zema b. Esved bu haksız ambargoya uymayacaklarını açıkça
ilan ettiler. Bu sırada da, ambargoyu sağlayan Kabedeki asılı anlaşmayı, Allah
ve Muhammed lafızları hariç, karıncalar yemişti. Bu sırada, hem Hz. Hatice, hem
de Ebu Talib vefat etmiş, yerine Ebu Leheb Kabile reisi olmuştu.Kız
kardeşlerinin ısrarıyla Resulullah s.a.in himayesini üzerine almaya rıza
gösteren Ebu Leheb, Ukbe b.Muayt ve Ebu Cehilin tahrikleriyle bu kararından vaz
geçmiştir.
Muhtemeldir ki, ambargodan önce, müşriklerle münazara sırasında, Hz. Muhammed
s.a.den, hak peygamber olduğuna delil olarak, ayı iki parçaya ayırmasını
istediler. Rasulullah aya bir işaret verdi. Ay ikiye ayrıldı. Daha sonra
birleşti. Bunun üzerine İslâma girenler oldu. Sık sık, kendisinden mucize
isteyenlere:
- Allah her şeye kadirdir. Kudreti yücedir. Her şeyi yapmaya gücü yeter. Ancak
ben mucizeler göstermek üzere gönderilmedim. Benim vazifem, sizi doğru yola
sevketmek, Allahın
emir ve hükümlerinden sapanları uyarmaktır. demiştir.
Bu arada önemli bir olay, miraç olayı gerçekleşti. Her türlü sıkıntıya göğüs
geren Rasulünü Allah Mirac ile ödüllendirdi. Cebrail gelip onu miraca, ilâhî
huzura çıkardı, huzura kabul olundu. Yeryüzüne dönerken, ümmetine, herkesin
Allaha özel miraç ve ilâhî huzura kabul demek olan namazı, ilâhî armağan olarak
getirdi.
Kureyşin kendisine karşı tavrı sertleşince Resulullah s.a Zeyd b.Hariseyi de
yanına alarak Taife gitti.Taif ileri gelenleri Hz. Peygamberin teklifini kabul
etmedikleri gibi Taifin ayak takımına onu taşlattılar.Taif dönüşü Mutim b.
Adiynin himayesiyle Mekke ye girebildi.Yolda Cibril tarafından Mekkelileri
helâk edecek bir meleğin emrine verileceği mesajı getirildi. Allahın
Resulu bu teklife hayır dedi.
Zulüm alabildiğine büyüyüp, etrafındaki çember daralırken, Medineli 6 kişi Hz.
Muhammede el uzatarak biat ettiler.Biattan sonra Medine ye dönen Esad b.Zürare
daha sonra Mescid-i Nebevinin inşa edileceği harman yerine, kıblesi Kuduse
dönük bir mescit inşa etti. Medinede kurulacak konfederasyona ve Medine
merkezli 7 milyon km2lik alana hükmeden devletin çekirdeği burada teşekküle
başladı. İkinci yıl bu altı kişi 12 kişi olarak gelip el uzatarak biat ettiler
ve biat tazelediler. Öğretmen istediler. Medine ye ilk hicret eden Amir b. Rebia
ile eşi Leyla bint Ebu Hasme oldu. Üçüncü yıl, öğretmen olarak gönderilen Mûsâb
b. Umeyr 73 kişilik el uzatacak bir heyet gönderdi.
Bunlar arasında iki de yiğit kadın vardı. Nesibe
ve Esma. Bunlar da biat ettiler ve biat tazelediler. Biattan Medineye, Medine
devletine giden yol genişliyordu. Bu sırada Allahın
Resulu Mûsâba Medine de Cuma namazı kıldırma talimatını gönderdi. Müslümanlar
mallarını terk ederek küçük gruplar halinde Medinenin yolunu tutarken,
müşrikler Müslümanların mallarına el koymakla kalmıyor, bir kısmının hicretini
engelliyor, bazı Müslümanları hapsediyor, hatta Hz. Muhammed s.a.i öldürmek
için komplo kuruyorlardı.
Hz. Muhammed s.a. kendisindeki emanetleri sahiplerine iade etmek üzere amcasının
oğlu Aliye bırakarak şehri gizlice terk etti. Sevr mağarasında, daha önce
meleklerin ağaçlara, kurda kuşa, taşa toprağa tanıttığı Hz. Muhammed s.a.i,
Allah çıplak kayalar arasından ince bir fidana boy attırıp, dalları ve
yapraklarıyla mağaranın ağzını kaplatarak;güvercinleri kuluçkaya yatırtarak;ince
ağlarıyla mağara girişini örümceklere ördürterek koruttu. Yolda, Hz. Muhammedin
etrafına Mekke müşriklerinin koyduğu ödülleri kazanmak isteyen ödül avcılarıyla
karşılaştı. Birinin (Surâkâ b. Melikin) atının ayakları iki defa kuma gömüldü.
Hz. Muhammed s.a.den bağışlamasını dileyerek geri döndü ve Hz. Muhammed s.a.in
üstüne gelen grupları da geri çevirdi. Bir başka ödül avcısını atı yere çarptı.
O da geri dönmek mecburiyetinde kaldı. Daha sonraları:
- Ben ayağımla gittim, Müslüman oldum. diyerek övünen 75 atlı ile Hz. Muhammed
s.a.i yakalamaya çıkan ödül avcısı Büreydetül-Eslemi es-Sehmi ise, Hz.
Muhammed s.a.e kendisini tanıttıktan sonra Rasulullah Ebu Bekire şunları
söyledi:
- Ya Ebu Bekir işimiz serinledi, selâmete erdi ve payımız da çıktı.
Büreyde Müslüman olmuş, Medineye girerken sarığını çıkarıp uzunca bir ağaç
dalının ucuna bağlayarak sancak yapmış, girişte Hz. Peygamberi taşlamak üzere
toplanan Yahudi gençlerini dağıtmış ve Hz. Peygamberi konaklayacağı yere
sağ-salim götürmeyi kendisine görev saymıştır.
Hz. Peygamber Mescid-i Nebevi ve etrafındaki hücreyi saadetler yapılıncaya kadar
Ebu Eyyup el-Ensarinin evinde yedi ay misafir edildi. Hz. Peygamber risalet,
devlet başkanlığı ve komutanlık görevlerinin bütün gereklerini mescitle ona
bitişik olan evinde yerine getiriyordu.
Hz. Muhammed s.a.i öldürmeleri veya şehirlerinden kovmaları konusunda
Medinelilere baskı yapan Mekke müşrikleri, istedikleri sonucu alamayıp
reddedilince, Medineye ekonomik baskı uygulamaya başladılar. Buna karşılık Hz.
Muhammed Hicretle sağlanan dayanışmayı teşvik ederek, Medine içindeki ve
civarındaki muhaliflerin gözünü yıldırıyor, gelen muhacirleri yok-yoksul
bırakmamak için Medineli ensar ile tek tek kardeş yapıyor; iç güvenliği sağlama
almak ve bir dış tehlikeye karşı birlikte hareketi sağlamak, kabileler arasında
halledilemeyen ihtilafları kendisinin çözmesi esasına dayalı Medine geçici
statüsü ile konfedere bir devletin başına seçimle geçiyordu. 10050 kişilik
nüfusa sahip bir bölgede başlangıçta 500 kişilik bir güçle başa güreşmenin
birisi menfi üç önemli sebebini görüyoruz.
Hz. Muhammed s.a.in güvenirliği.
Hicretin artan oranda devam etmesi.
Müslümanların dışındaki grupların birlikte hareket edememeleri.
Daha sonraları, bir sahabeye:
- Mekkeden geldiniz. Medineye kolayca hakim oldunuz. diyerek eshabın
yaptığını hafife alan birine, sahabi:
- Karılarımızın koynunda yatarak değil, kılıçlarımızla yatarak Medineye hakim
olduk. cevabını vermiştir.
Medineye gelişin ilk günlerinde, uykusuzluktan göz ka-paklarına hâkim olamayan
Hz. Muhammed s.a.:
- Sad gelse, baş ucumda nöbet tutsa da biraz istirahat etsem. diyerek
düşüncesini dillendirirken, Sad b. Ebi Vakkası
uyku tutmamış:
- Bari gidip Rasulullahın
başucunda biraz nöbet tutayım da, istirahat etsin. düşüncesiyle gecenin geç
vakitlerinde, zifiri karanlıkta türkü söyleyerek Rasulullahın
başında nöbet tutmaya gelmiştir.
Medine İslâma yurt, müminlere sığınak, İslâmi eğitime ve İslâmı
tebliğe merkez olmuştur. Hz. Peygamber şehirde aile düzeni içinde yaşayan
Müslümanların yanında Mescid-i Nebevinin arkasındaki Suffede zaman zaman
sayıları 400 ü bulan kendisini İslâma adamış insanlara İslâmî eğitim vermiş ve
bunları İslâmı
tebliğ için görevlendirmiştir.
Hz. Muhammed s.a Medineyi teşrifleriyle birlikte Medinenin sınırlarını sınır
taşları koydurtarak tesbit ettirmiş;nüfus sayımı yaptırmış, Medine de
Müslümanlar için bir pazar-panayır yeri kurmuştur. Binbeşyüz develik kervanların
da mal getirip pazarladığı bu pazar yerinin sorumluluğunu Ömer b. Hattab ve
Abdullah b. Said b. Usayha ile birlikte Şifa bint Abdullah ve Semra hanımlara
tevdi etmiştir.Yanında kayıtlarını tutan onbeşe yakın divan katibi çalışmış ve
Kays b.Sad Resulullah s.a ın koruma ve protokol müdürlüğünü yapmıştır. Kendi
ifadelerine göre ikisi yerde Ebu Bekir ile Ömer r.a.; ikisi gökte Cebrail a.s.
ile Mikail a.s. başvezir görevlerinde, ondört sahabi de vezaret görevlerinde
bulunmuşladır. Beytul Mal i Ali ve Bilale emanet etmiştir.
Hz. Muhammed s.a. Medineye yapılan ekonomik baskıya karşı, Mekkelilerin
ticaret kervanlarını kuzeye, Suriyeye ve Mısıra ulaştıran ve Medine
bölgesinden geçen ticaret yollarını kapatarak karşılık vermiştir. Hicretin
vukuunun 7. ayından itibaren çoğu Resullah s.a.in kumandasında sekiz ayrı
askeri harekat yapılmış, fiili bir çatışmaya girilmemiştir. Bu dönem Hudeybiye
ye devam edecek olan savaş hükümlerinin yürürlükte olduğu bir dönemdir. Nisa
sûresinin 100. âyetinin fiilî tefsiridir bu.
4/100 Allah yolunda baskı, zulüm ve işkencenin hakim olduğu memleketlerinden,
özgürce Allaha kulluk ve ibadet etmek, güç ve gönül birliği yapmak için hicret
eden kimse, yeryüzünde, İslâma, müslümanlara hayat hakkı tanımayanları dize
getirecek birçok kaleler, stratejik bölgeler, imkânlar, bolluk, güç ve
özgürlükler bulur. Kim, Allah ve Rasulü uğrunda baskı, zulüm ve işkencenin hâkim
olduğu memleketlerinden, özgürce Allaha kulluk ve ibadet etmek, güç ve gönül
birliği yapmak için hicret ederek evinden çıkar da, sonra kendisine ölüm gelir
çatarsa, artık onu mükâfatlandırmak Allaha vacip olur. Allah çok bağışlayıcı,
engin merhamet sahibidir..
Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarını neredeyse Medinelilerin tamamının reyini
alarak karar vermiştir. Fiilen referandum uygulamıştır. Bedirde 950 kişilik bir
orduya karşı 313 kişiyle, Uhutta 3000 kişilik bir orduya karşı 700 kişiyle,
Hendek savaşında 12000 kişilik orduya karşı 1500 kişiyle savaşmıştır. Yalnız
Uhutta, Zafer sarhoşluğu, peygamber ve komutan sözü dinlememe büyük sıkıntılara
sebep olmuştur. Ağır zayiat verilmiştir. Üçüncü Akabe biatına katılan
Nesibetül-Maziniyye iki oğlu ve kocasıyla, dişi kırılan ve alnı yaralanan Hz.
Muhammed s.a.in çevresinde halka oluşturarak birebir kılıcıyla savaşmıştır. Hz.
Muhammed s.a. daha sonra olanları anlatırken:
- Hangi tarafa dönsem, Nesibenin beni korumak için savaştığını görüyordum.
demiştir.
Bedir savaşında esir düşen oğlunun fidyesini ödeyerek kurtarırken, Hz. Muhammed
s.a.i tehdit eden Übey b. Halef, Hz. Muhammed s.a.in Uhudda yalnız kaldığını
gördüğü sırada, atını peygamberin üzerine sürmüş, birkaç sahabi Übeyyi
engelemek istemişti. Bu sırada Hz. Muhammed s.a.:
- Bırakın gelsin. buyurmuşlar. Hâris b. Sammeden kargısını almış, aldığı
kargıyı dolu dizgin üzerine gelen Übeyye gerilip savurarak fırlatmış ve Übeyyi
zırhının boyun tarafındaki bağlantı yerinden vurmuş ve atından düşürmüştür.
- Muhammed beni öldürdü diyen Übeyye arkadaşları:
- Senin bir şeyin yok demelerine aldırmadan:
- Bendeki yara bütün insanlarda olsaydı, hepsini öldürürdü. O bana inşaallah
seni öldüreceğim dememiş miydi? Vallahi eğer üzerime tükürse gene beni öldürürdü
demiştir. Übeyy Mekkeye dönerken Serifte öldü.
İslâmın
etkisinin giderek genişlemesine karşılık, Mekkenin ekonomik durumu kötüye
gitmeye başlamış, Hz. Muhammed Mekkeliler için üstünlük bile sayılabilecek
onurlu bir uzlaşma eli uzatmıştır. Mekkeli yoksullara hurma ve para yardımı (500
dinar) göndermiştir. Ticaret kervanlarına transit geçiş güvenliği sağlanacağı ve
Müslümanlar tarafına kaçıp gelen hemşehrilerinin geri gönderileceği taahhüdünde
bulunmuştur. Hatta Kabeyi ziyaret etmeden Medineye dönmeyi bile kabul etmiştir.
İki taraf birbirine, üçüncü bir düşmanla çarpışma durumunda, tarafsız kalmayı da
taahhüt etmişlerdir (bk. Sünnetin anlaşılmasına Doğru 32. Bölüm). Kuran bu
antlaşmayı müslümanlara açılan bir fetih kapısı saymıştır. (48/1)
Rasulullah iki yıl sürecek bu savaşsız dönemde, Medine civarındaki yahudi
problemini tamamen çözerek bitirmiştir. Hudeybiyede bulunan Müslümanların
neredeyse tamamının bu anlaşmayı kabullenmekte zorlandığı sırada Hanımı Ümmü
Seleme:
- Ya Rasulullah sen kurbanını kes, Müslümanlar sana uyacaktır. diyerek Hz.
Muhammed s.a.i desteklemiştir. Allah bu anlaşmayı fetih kapısının açılması
olarak nitelemiştir.
48/1 Biz, senin istikbalin için, önünü açan, parlak bir zafer kapısı açtık.
Eşsiz bir fetih ihsan ettik.
48/2 Allah, senin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlasın, sana olan
nimetini, ihsanını tamamlasın, dinini, düzenini hâkim kılsın, yüceltsin, seni
doğru, muhkem, güvenli yolda, İslâmî hayatta başarıya ulaştırsın diye, bu fethi
ihsan ettik.
48/3 Allah, itibarlı, şanlı, kudretli, hükümranlığını pekiştiren bir yardım
yapmak için, bu fethi sana ihsan etti.
48/4 O, imanlarını bir kat daha artırsınlar diye müminlerin kalplerine güven
indiren, akıllarındaki İslâmî düşünceyi pekiştirendir. Göklerin ve yerin
orduları, askerî erkânı, Allahın emir komutasındadır. Allah her şeyi bilir, hikmet sahibi ve
hü-kümrandır.
Hudeybiye anlaşması yapıldığı sırada Mekkede işkence gören ve hapse atılan
Mekke temsilcisi Süheyl b. Amrın
oğlu Ebû Cendel hapishaneden kaçarak Resûlullaha sığınmıştı. Süheyl antlaşmanın
imzalanmasını Ebû Cendelin iadesi şartına bağladı. Daha sonra Ebu Basir da
hapishaneden kaçarak İslâm ordusuna sığındı. Müşrikler Ebû Basirı istediler. Hz. Muhammed çar-nâçar vermek mecburiyetinde kaldı. Mekkeli
görevliler Ebu Basirı götürürken, Ebu Basir hile ile muhafızlardan birinin başını kesti,
öteki de kaçarak Müslümanlara sığındı. Müslümanların yanına gelen Ebu Basir
gereken himayeyi göremeyince, Zülmervdeki el-Îs ormanlarına çekildi. Allahın
Rasulu bu zat için:
- Ne cesur insan! Keşke etrafında birkaç insan olsa! demiş ve Rasulullahın
temennisi Mekkede duyulmuş ve boşa çıkmamıştır. Mekkeden kaçan müslümanlar,
Ebû Basira iltihak ederek bir ordu meydana getirmişler, Kureyş kervanlarını
vurmaya ve yağmalamaya başlamışlardı. Kısa bir zaman sonra Hudeybiye
anlaşmasındaki kaçanların iadesi maddesi, Mekke müşriklerinin talebi üzerine
kaldırılmıştır.
Adal ve Kare kabilelerine gönderilen on kişilik tebliğ ve öğretmen heyetine Reci
suyu başında Lihyan oğullarınca baskın yapılmıştır. Amir b. Sasaa kabilesine
gönderilen tebliğ ve öğretmen grubu da Biri Meunede baskına uğramıştır.İkinci
gruptan yalnız üç kişi kurtulmuştur. Resulullah s.a. bu olaylar karşısında,
hiçbir felaket karşısında duymadığı kadar elem duymuş; bu baskınları yapanlara
bir süre sabah namazından sonra beddua etmiştir.
Gönderilen İslâma davet mektupları sonucu Bizans başpiskoposu İslâma girmiş,
cemaati tarafından linç edilmiş; Filistindeki Maân valisi İslâma girmiş, o da
Bizans imparatoru tarafından öldürülmüş ve haça gerilmiştir. Filistin-Suriye
tarafında bir Müslüman elçi şehid edilmiş, yalnızca bu işin suçlularını bulup
cezalandırmaya giden orduya Mutede karşısına ordu çıkarılmıştır.
Hudeybiye anlaşmasının üzerinden iki yıl geçmeden, Mekke müşrikleri,
Müslümanların içinde bulundukları güçlüklerden istifade ederek Hudeybiye
andlaşmasını bozdular. Bunun üzerine Hz. Muhammed s.a. onbin kişilik bir orduyla
Mekkeye ani baskın yaparak, kan dökmeden Mekkeyi teslim aldı. Dini baskı ve
işkenceleri, Mekkeli muhacirlerin mallarına el konulmasını, ardı arkası
kesilmeyen saldırıları, uzun süre devam eden manasız düşmanlığı hatırlattıktan
sonra:
- Benden ne bekliyorsunuz? diye sordu. Utançtan, herkes başını önüne eğerken,
Hz. Muhammed s.a.:
- Allah sizi affetsin, güven içinde işinize bakın. Bu gün size sorgu sual yok,
serbestiniz. buyurdu.
- Yâ Rasulallah, doğduğun evi ziyaret etmeyecek misin? diyenlere:
Akîl bize ev mi bıraktı ki... diye karşılık verdi.
Fatih olarak her türlü hakka
sahipken, doğduğu eve bile varmadı.
Kurdurduğu Türk çadırında, otağda kaldı. Muhacirlerin el konunlan mallarını bile
geri istemedi. Genel afla birlikte gösterilen bu davranış, Mekkeli bir liderin
Attabın
ileri atılarak İslâma girmesine vesile oldu. Hz. Muhammed s.a. onu Mekkeye
vali tayin etti.
Mekkeyi fethe giden ordunun yolu üzerindeki yavrulu bir köpeğin başına nöbetçi
dikerek, köpek ve yavrularının ezilerek öl-mesini önlemiş, Mekkenin fethinden
sonra Beni Cezime kabilesine İslâmı
tebliğe giden müfreze yanlışlıkla köpeklerin su kaplarını kırdığı için, bu
kapların bedeli tazminat olarak hazineden ödenmiştir. Çölde insanların ve
hayvanların gölgesinde dinlendiği ağaçları kesenlerin tortop edilerek cehenneme
atılacağı konusunda insanları uyarmıştır.
Tâifliler, biraz sıkıntı doğurmakla birlikte, Huneyn vadisinde orduları
dağıtıldıktan sonra, kuşatmaya rağmen barışcı yollar tercih edildi. Bir sene
sonra Tâif heyeti Medineye gelerek bazı muafiyetler tanınması karşılığında
İslâma gireceklerini söylediler. Kendilerini zekât vermeme muafiyeti tanındı,
topraklarından sürülmeme güvencesi verildi. Taifliler o kadar samimi Müslüman
oldular ki, birkaç ay içinde, muafiyetten vazgeçtiler. Oraya da vergi-zekât
memurları gönderildi.
Devam eden savaş yılları içinde, karşı taraftan yalnızca 250 insan öldü.
Müslümanların
şehitleri ise daha azdı. Filistin ve Irakın
güney bölgeleri gönüllü olarak İslâma girdiler. Hristiyan, Yahudi ve Mecusî
gruplardan bazıları inançlarını muhafaza etmek istediler, onlara her türlü din
ve vicdan özgürlüğü, adlî ve hukukî özerklik tanındı.
Hz. Muhammed Medineye varıp seçimle konfederasyonun başına geçtiğinde,
konfederal devlete tâbi olan hristiyanlar hata yaptılar. Başkanları Rahip Ebu
Amir Mekke müşriklerinin yanında yer aldı ve Uhudda Müslümanlara karşı savaştı.
Sonra kaçıp vatanını terk etti. Medinede Mescid-i Dırarı
kurup, Müslümanları parçalamak istediyse de buna fırsat verilmedi.
Yahudiler İslâmın
getirdiği ahlâkî yapıya uyum sağlamak istemediler. Kaynuka yahudileri,
Müslümanları küçük düşürmek için, Müslüman bir hanımın elbisesini üzerinden
düşürdüler, olaya müdahele eden bir müslümanı şehid ettiler. Bunların bölgeyi
terk etmeleri istendi.
Beni Nadir yahudileri, toplu olarak Müslüman olacaklarını söyleyerek Hz.
Muhammed s.a.i köylerine davet ettiler. Suikast hazırlamışlardı. Hz. Muhammed
s.a. bölgelerine girince istihbarat sonucu durumu anladı ve kurtuldu. Onlardan,
yalnızca şehri terk etmelerini istedi.
Beni Kureyza, bölgedeki en zayıf Yahudi grubu idi. Kan diyetleri Beni Nadirin
yarısı kadardı. Hz. Peygamber diyetlerini eşit hale getirerek onlara avantajlar
sağlamıştı. Hendek savaşı sırasında, önceki düşmanları Beni Nadirlilerin
çağrısıyla Müslümanların savunma hatları içinde bir ayaklanma girişiminde
bulundular. Medineyi kuşatanlar çekilip gittiklerinde, Hz. Muhammed,
Kurey-zalılara, durumlarını karara bağlayacak bir hakem seçmelerini istedi.
Seçtikleri hakem, Sad b. Muaz Kitab-ı Mukaddesteki hükmün uygulanmasına karar
verdi. Hz. Muhammed buna şaşırdı ve:
- Yedi gök üzerindeki Allahın
hükmüdür, bu. Sözlerini mırıldandı. Hakem kararının sertliğini birçok yönden
hafifletti.
Bazı kaynuka mensupları ve Ureydiler, Medinede ticaretle meşgul olup refaha
kavuştular. Hz. Muhammed s.a.in bağladığı yıllık maaşlar ve bazı lütuflardan
faydalandılar.
Hayber bölgesine yerleşen Beni Nadir Yahudileri rahat durmayarak Hendek savaşını
organize ettiler. Hudeybiye antlaşmasından sonra, 1500 kişilik Müslüman ordusu
karşısında 20.000 kişilik ordularıyla savaşı kaybettiler, teslim oldular,
silahtan arındırıldılar, sonra bağışlandılar. Medinede uygulanan arazi
vergisine eşit bir veriye tabi oldular.
Hicri 6. yıldan itibaren Hz. Muhammed çevresindeki devletlere daha çok
diplomatik atak yaptı. Ancak H. 9 yılda 30.000 kişilik bir orduyla sınırları
emniyete almak, düşman yığınağını önlemek, güçlü düşmanların gözlerini korkutmak
için Tebük seferine çıktı. Bizanstan Eyle limanını, Cebra ve Ezruh bölgesini ele
geçirdi. Maânı
ve Dumetül cendel bölgesini fethetti.
Tebük Savaşına sıcak bir mevsimde çıkılacağı, uzak bir mesafeye gidileceği için
Rasululllah mutadının aksine gidilecek yeri Müslümanlara bildirmiş, ona göre
hazırlıklarını yapma talimatı vermişti. Hz. Ebubekir gibi malının tamamını, Hz.
Ömer gibi servetinin yarısını, Hz. Osman gibi 1000 altın, 300 deve yükü mal, 150
at verenlerin yanında su satarak kazandığı parayı savaş bütçesine bağışlayanlar,
vasıta ve azık bulamadığından savaşa giden orduya katılamadığı için ağlayanlar
ve Kuran ın ifadesiyle Müslümanların bu tavırlarına gülerek savaşa katılmayan
aşağılık bozguncular vardı. İmkanları olduğu halde hazırlıklarını yapanlar
arasından ihmalleri, meşguliyetleri ve bir anlık gafletleri yüzünden savaşa
giden orduya iştirak etmeyenler de mevcuttu. Allah Teâlâ neredeyse 9. Tövbe
sûresinin yarısını kasten savaşa katılmayan aşağılık bozgunculara, savaşa
katılmakta ağır davrananlara, savaş bütçesine iştirak etmeyenlere, sudan
sebeplerle mazeret uyduranlara, savaşa katılmama mazereti uydurmayıp doğruyu
söyleyenlere ayırmıştır. Onların bir kısmından servetlerinin üçte biri
ceza-kefaret olarak alınmıştır. Bir kısmı da belli bir süre toplumdan ve
ailesinden dışlanarak cezalandırılmıştır. Allah Kitab-ı Kuran da müminlere
topraklarını, namus ve şereflerini, çoluk-çocuklarını, dinlerini, devletlerini,
milletlerini korumayı ve ayakta tutmayı farz kılmıştır. Bu değerlere
sahiplenmeyenleri münafık-aşağılık bozguncu saymıştır. Savaşa katılmamayı, dinü
devletin, mülkü milletin geleceğini tehlikeye atmak, hançerlemek olarak kabul
etmiştir. Tebük savaşı vesile edilerek Allah tarafından indirilen Kuran
âyetrinde ister dünyevi menfaat, isterse vicdani red sebepleriyle savaşa giden
orduya katılmamayı iman zafiyeti olarak ortaya koymuştur. Askeri eğitimin
bırakılmasının ise Müslümanları zillete düşüreceği şekilde ifade edilmiştir,
Allah Resulu tarafından.
Medineye dönerek kendisine ve devletine biat etmeyi bekleyen 20 kadar Arap
kabilesini kabul etti. Necran Hristiyanları da İslâm devletinin egemenliğini
kabul ettiler.
Hicri 9. yılda Beni esed kabilesinden Medineye gelen heyetin Resulullaha karşı
kaba tutumu da Kuran da konu edilmiş ve amellerinin boşa gideceği uyarısında
bulunulmuştur. Bu âyetlerin Allahın
Resulune isyan-inkâr nitelikli davranışların, Müslümanım diyenleri ne duruma
düşüreceğine bir ölçü olduğu açıktır.
Bundan sonra, Hz. Muhammed kabilelerle yapmış olduğu süresi dolan ittifak
anlaşmalarının geçersizliğini ilan etti.
9/1 Allah ve Rasulünden, antlaşmalara sınır getirme ve iptal kararnamesidir bu.
Kendileriyle antlaşmalar yaptığınız, ilâhlı-ğında, otoritesinde, mülkünde,
tasarruflarında, Allaha ortak koşan müşriklere.
9/2 Bu ilan tarihinden itibaren, ekonomik ve ticari menfa-atlerinizden yoksun
kalarak dört ay süre ile, güvenlik içinde ülkeye serbestçe girip çıkabilir,
yeryüzünde yaşayabileceğiniz yerler arayabilirsiniz. İyi bilin ki, siz Allahı
âciz bırakacak, onun koyduğu kuralların dışına çıkarak yakalarınızı kurtaracak
değilsiniz. Allah kulluk sözleşmesindeki ortak taahhütlerini, Allaha iman,
kulluk ve sorumluluk bilincini şuur altına iterek örtbas edip inkârda ısrar eden
kâfirleri kesinlikle perişan edecektir.
9/3 Allah ve Rasûlünden Hacc-ı Ekber (En Büyük Hac) günü insanlara, bir ilân,
bir ültimatomdur:
Allah ve Rasulü, ilâhlığında, otoritesinde, mülkünde, tasar-ruflarında, Allaha
ortak koşan müşriklerle, putperestlerle yapılan antlaşmalara artık bağlı
değildir, Allah ve Rasulünün müşriklere taahhüdü sona ermiştir. Eğer hemen
isyandan vazgeçer, Allaha itaate yönelir, tevbe ederseniz bu sizin için
hayırlıdır. Eğer tevbeden, imandan yüz çevirir, Allaha isyana, güç ve
iktidarınızı kullanarak halkı yönlendirmeye devam ederseniz, Allahın
azâbından kurtulamazsınız. Biliniz ki, Allahı,
âciz bırakacak, koyduğu kuralların dışına çıkacak, yakalarınızı kurtaracak
değilsiniz. Kulluk sözleşmesindeki ortak taahhütlerini, Allaha iman, kulluk ve
sorumluluk bilincini şuur altına iterek örtbas edip inkârda ısrar edenlere,
kâfirlere, kendileri için can yakıp inleten, derilerini kavuran müthiş azap
olduğunu haber ver.
9/4 Ancak, kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz, ilâhlı-ğında, otoritesinde,
mülkünde, tasarruflarında, Allaha ortak koşan müşriklerden, antlaşma şartlarına
uyan, size olan taahhütlerini hiçbir şekilde ihmal etmeyen, size karşı hiçbir
kimseye yardımda bulunmayanlar, arka çıkmayanlar bunun dışındadır. Siz de,
onlarla olan antlaşmalarınızın hükümlerine antlaşma sürelerinin sonuna kadar
uyun. Allah kendisine sığınıp, emirlerine yapışarak, günahlardan arınıp, azaptan
korunanları, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarına ve özgürlüklerine sahip
çıkarak şahsiyetli davrananları, dinî ve sosyal görevlerinin bilincinde olan
müminleri sever.
9/6 Allahın
savaşı haram kıldığı aylar çıkınca, ilâhlığında, otoritesinde, mülkünde,
tasarruflarında, Allaha ortak koşan müşrikleri nerede bulursanız öldürün,
yakalayın, hapsedin, bütün geçit başlarını tutun.
Eğer tevbe ederler, isyandan vazgeçerek Allaha itaate yönelirler, namazı
âdâbına riâyet ederek, aksatmadan âşikâre kılarlar, vicdanlarını, servetlerini,
sosyal bünyelerini arındıran, berekete vesile olan zekâtı verirlerse onları
serbest bırakın. Allah çok bağışlayıcı ve engin merhamet sahibidir.
9/6 Eğer ilâhlığında, otoritesinde, mülkünde, tasarruflarında, Allaha ortak
koşan müşriklerden biri aman diler, sığınma hakkı isterse ona sığınma hakkı ver.
Allahın
kelâmını dinlemeye, anlamaya fırsatı olsun.
Sonra onu, kendisini güvenlik içinde hissedeceği yere kadar sağ salim ulaştır.
Böyle muamele, Allahın
dini İslâm ile ilgili, hayır ve şer ile ilgili bilgi sahibi olmayan kavimlerin,
İslâmî otoriteyi tanıma vesilesidir.
9/7 Ahitlerini, antlaşmalarını bozup duran, ilâhlığında, oto-ritesinde,
mülkünde, tasarruflarında, Allaha ortak koşan müşriklerin, Allah indinde ve
Rasûlünün yanında nasıl saldırmazlık ve himâye antlaşmaları olabilir?
Ancak Mescid-i Haram yanında antlaşma yaptıklarınız, size karşı dürüst davranıp,
antlaşmalarına riâyet ettikçe, siz de onlara dürüst davranarak, antlaşmalara
riâyet edin.
Allah kendisine sığınıp emirlerine yapışarak günahlardan arınıp, azaptan
korunanları, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarına ve özgürlüklerine sahip
çıkarak şahsiyetli davranan, dinî ve sosyal görevlerinin bilincinde olan
müminleri sever.
9/8 Onlarla antlaşmalar nasıl devam edebilir? Eğer onlar size bir üstünlük
sağlarlar, ellerine fırsat geçerse, ne yemin, ne akrabalık hatırı dinlerler, ne
de antlaşma gözetirler. Yarım ağızla sizi hoşnut etmeye çalışırlar. Kalpleri,
akılları o kadarına da razı olmaz. Onların çoğu fâsıktır, günahkârdır, âsidir.
9/9 Onlar, Allahın
âyetlerini, servet, makam, mevki gibi geçici dünya menfaatlerine birkaç pula
değiştiler. İnsanları Allah yolundan, İslâma girmekten alıkoydular. İslâmî
hayatı yaşamalarına, İslâmî faaliyet göstermelerine engel oldular. İşlemeye
devam ettikleri ameller ne kötüdür.
9/10 Müıninlerle ilgili ne yemin, ne akrabalık hatırı gözetirler, ne de
antlaşma, taahhüt tanırlar. Onlar, işte onlar saldırganlığı alışkanlık haline
getiren kimselerdir.
Hicrî. 10. yılda ilk ve son haclarını yaptılar. Cebelürrahme-den, orada
toplanmış 140.000 mümine hitap ettiler. Bu hitabe de insan hakları bildirisi
niteliğindedir.
Bir tek Allaha imanı topluma yerleştirerek putların ve put-hanelerin insanlığı
istismarını önledi.
Dindarlığa dayalı ferdi üstünlüğün dışında inananların ırk ve sınıf ayrımı
olmaksızın eşit olduklarını;
Bütün insanların hayat, servet ve şereflerinin korunduğunu;
Faizle borç verme yasağını;
İntikamların ve kendini hakim yerine koymanın yasaklandığını;
Kadınların insanlık ailesinin bir parçası ve eşit haklara sahip olduğunu ve
onlara iyi davranılmasını, durumlarının iyileştirilmesini, durumlarının
iyileştirilmesini;
Mirasın, her iki cinsten de yakın akrabalar arasında taksim edilme
mecburiyetini;
Az sayıda kişinin elinde servetin toplanması imkânının ortadan kaldırılmasını;
Müslüman idarecilerle halk arasında samimi bağlar kurulmasını her müslümanın
gelecek nesillere ve gayr-i müslim toplumlara İslâmı
tebliğ ile görevli olduklarını mutlaka İslâm birliğini korumaları gerektiğini;
İnsan hayatında ortaya çıkan bütün meselelerde kanun ve ölçü olarak Kuranın
ve Hz. Muhammed s.a.in sünnetinin alınmasını emretmişlerdir.
Hz. Muhammed s.a. tebliğ ettiği dinin ve hayata geçirdiği sünnetlerin en
kusursuz uygulayıcısı olmuştur. Herkesin, herkese karşı savaştığı bir kaos
ortamından yepyeni ve bütün kurumlarıyla işleyen bir devlet meydana getirmiştir.
Ruh ile maddenin, cami ile kışlanın ahenkli bir işbirliğini kurmuştur. Tarafsız
ve kusursuz bir adalet sunan yeni bir hukuk sistemi bırakmıştır. Bu hukuk
sisteminde kimsenin dokunulmazlığı yoktur. Alelâde bir vatandaşla bir devlet
başkanı aynı muameleyi görür. Dini hürriyetler o kadar ileridir ki, Müslüman
ülkenin gayr-i Müslim vatandaşları hukuk, adalet ve kültür özerkliğine
sahiptirler. Bu sebeple hayatlarını İslâm ülkelerinde geçiren azınlıklar
asimilasyona uğramamışlardır.
Devletin gelirlerini ve giderlerini Kuran belli esaslara bağlamıştır.
Gelirler devlet başkanının şahsi mülkü veya serveti değildir. Yoksulların
hizmetine, kamu hizmetine sunulacak emanettir. Hz. Muhammed ve ailesi zekât ve
sadaka yememiştir. Bunlara el dahi uzatılmamıştır.
Hz. Muhammed s.a. müminlerle beraber Mekkede üç sene ekonomik ambargoya maruz
kalmış, Medinede de üç yıl kıtlık yaşamış, hiçbir gün şikâyetlenmemiştir. Allah
peygamberini ve müminleri hep diri tutmuş, refahla doğacak gevşemeye fırsat
vermemiştir.
Hz. Muhammed s.a. kamuoyunu dikkatli takip etmiş ve kamuoyuna itibar etmiştir.
Münafıkların başı Abdullah b. Übey ölüm cezasını hak edecek suçlar işlediği
halde, oğlu da dahil öldürülmesini isteyenlere:
- Muhammed arkadaşlarını öldürtmeye başladı, dedirtmem. buyurmuştur. Abdullah
b. Übeyin ölümünde oğlunun istediği üzerine gömleğini ona kefen olarak vermiş
ve cenaze namazını kıldırmıştır. Bunları, geride kalanların İslâma
bağlılıklarını kuvvetlendirmek için yaptığı açıkça anlaşılmaktadır.
Kabeyi, yıkıb, Hz. İbrahimin attığı temeller üzerinde yeniden inşa etmeyi çok
arzu ettiği halde hanımı Aişeye:
- Kavmin yeni İslâma girmemiş olsaydı, Kabeyi yıkar, yeniden inşa ederdim.
demiştir.
Mescid-i Nebevinin çardakları altında, bazen sayıları 400 ü bulan ve eshabı
suffe denilen kimselerle devamlı ilgilenmiş, her türlü ihtiyaçlarını gidermiş,
bunları yetiştirmiştir. Kızı Fâtımanın bir talebini:
- Kızım daha ben eshabı suffenin karnını doyuramıyorum. diyerek geri çevirmiş
ve onu dua ve zikre teşvik etmiştir.
Bir çocuk, meramını anlatamayan birisi elinden tutup onu çekip götürürken
gitmemezlik etmemiştir. Belki anlatamadığı bir ihtiyacı vardır diye düşünmüştür.
Mescid-i Nebevide göremediği birisinin niçin gelemediğini sormuş, soruşturmuş,
ihtiyacı varsa görmüş, hastaysa ziyaret etmiştir.
Müslümanların borçlarının kefili olduğunu, defaatle ifade etmiştir. Şehid
ailelerini yalnız ve yardımsız bırakmamıştır.
Mescidin temizliği ile ilgilenen siyahi bir kadının, kendisine haber verilmeden
cenaze namazı kılınıp defnedildiği için üzülmüş,
- Bana haber veremez miydiniz. diyerek, mezarlığa kadar gidip kabri başında
cenaze namazı kılmış ve dua etmiştir.
Medinede yeni bir Pazar yeri kurmuş ve buranın sorumluluğunu Ömer b. Hattab ve
Abdullah b. Said b. Usayha ile birlikte Şifa bint Abdullah ile Semra hanımlara
vermiştir.
- Allahın
Rasulü savaştan sağ salim dönerse, önünde def çalıp Türkü söyliyeceğim. diyen
siyahi bir cariyeye:
- Böyle adadıysan, buyur adağını yerine getir. demiştir.
Hz. Muhammed s.a.in dışındaki bütün liderler etrafın-dakileri küçülterek
büyüdükleri halde, yalnız Hz. Muhammed s.a. etrafındakileri büyüterek
büyümüştür. Hz. Haticenin köle pazarından satın aldığı Zeyd b. Hârise Mutede
savaşan orduya komutanlık etmiş, oğlu Üsâme ise, Rasulullahın
Bizansa karşı son günlerinde hazırlanmasını emrettiği orduya komutan tayin
edilmiştir.
Cahiliyye dönemindeki seçkinleriniz İslâmî dönemde de seçkindir buyurarak
fiilî halk önderlerini küstürmemiş, görüşlerinden faydalanmış, halkın da
faydalanmasını sağlamıştır.
Entarisinin eteğine takılarak düşe kalka yürüyen çocuğa merhametinden, minberden
inip onu kucağına almış, kucağında çocukla konuşmasını yapmıştır. Hatta namazını
da kucağında çocukla kıldığı vakidir. Rükua varırken yere bırakmış, secdeden
kalkarken tekrar kucağına almıştır.
Hanımları kendisini incitmelerine rağmen o hanımlarını hiç incitmemiştir. Onun
hanımları müminlerin anneleridir.
Adi b. Hatem, Abbas b. Abdülmuttalib ve Osman b. Affan gibi Müslüman zenginlere
birkaç yılık zekâtlarını birden verdirerek devletin bütcesini rahatlatmış ve
böyle yapanlara dua etmiştir. Tebüke iştirak etmeyenler mallarının tamamını
Beytülmale-Hazi-neye bırakmak istedikleri halde ceza olarak yalnızca mallarının
üçte birini almıştır.
9/102 Bir diğerleri de günahlarını itiraf ettiler. Bunlar orduya katılmayarak,
hâlis niyet ve amaçlarla hayata geçirilen İslâm esaslarını ve İslâmî düzeni,
kamuya zararları dokunacak şekilde sarstılar, gevşettiler, daha önce sevap
hanelerine yazılan hayırları ve sâlih amelleri değersiz hale getirdiler. Üstelik
savaş ve savunma harcamalarıın desteklemeyerek bir suç - bir günah daha
işlediler. Ümit edilir ki, Allah tevbelerini, günah işlemekten vazgeçmelerini,
kendisine itaate yönelişlerini kabul eder. Allah çok bağışlayıcı ve engin
merhamet sahibidir.
9/103 Onlardan, imanda sadakatlerinin ve kemallerinin ifadesi olan zekât, vergi,
ceza, keffaret, sadaka olarak mallarının epeyce bir kısmını (üçte birini) al ki,
aldığın mallar onları temizlesin. Bu vesile ile vicdanlarını da arındırsınlar.
Onlara hayır duada, mallarının bereketlenmesi duasında bulun. Cenaze namazlarını
kıl. Senin duan huzura, güvene, rahmete, berekete, dostluğa vesiledir. Allah her
şeyi işitir. Her şeyi bilir.
Şu hiç unutulmamalıdır, peygamberlerin etrafında ilk toplananlar, onlara ilk
iman edenler, haklarından ve hürriyetlerinden mahrum yaşayanlardır. Mekkede Hz.
Muhammed s.a.in çevresinde ilk halkaları oluşturanlar da hakları ve
hürriyetleri kısıtlı olanlar, hakim zümre tarafından haksızlığa uğrayanlardır.
Allahın
bütün peygamberlerinin gerçekleştirdği şeyler, Hz. Muhammed s.a. ile birlikte de
gerçekleşmiş; haklar ve hürriyetler teminat altına alınmıştır.
Hz. Muhammed s.a.in gösterdiği yolun takibi ona itimattan ona imandan geçer. O
kendisine verilen bilgilerde ne zan altında bırakılabilir, ne de kıskançlık
ederek kendisine bazı şeyler saklamıştır.
81/24 Peygamber, fizik ve bilgi alanı ötesiyle, gayb âlemi ile ilgili bilgilerde
cimri de kıskanç da değildir, zan ve töhmet altında da bırakılamaz.
O açık bir toplumun lideri ve şeffaf bir düzenin ilk yöneticisidir.
4/114 İnsanların, kamu görevlilerinin şeffaflığı terkederek, kapalı kapılar
ardından gizli konuşmalarının, fısıldaşmalarının çoğunda hayır yoktur. Ancak,
sadakayı devlet gelirini veya meşrû bir işi tedvir eden; malî veya meşrû bir
meseleyi çözen, çözecek soruşturmayı yapan görevlilerin veya insanlar arasındaki
ihtilâfları halleden, düzelten kimselerin gizli konuşmalarında hayır vardır.
Kim bunları sırf Allahın
rızasını kazanmak için yaparsa, ona büyük mükâfatlar vereceğiz.
6/159 Dinlerinden ayrılanlar, dinlerini, düzenlerini, kültürlerini ve
medeniyetlerini, birliklerini parçalayanlar, tefrika içinde etkisiz itibarsız
yaşayanlar, hizipleşerek ayrılık davası güdenler, birbirlerine düşmanca
davranarak dinî ve insanî ilişkilerini kesen bölünmüş, baskıcı, zorba,
medeniyetten nasiplenmemiş kapalı toplumlar, taraftarlar haline gelenlerle senin
ve sana gelen dinin, senin ümmetinin hiçbir hususta bir ilişkiniz, bir
benzerliğiniz yok. Onların hesabının görülmesi Allaha kalmıştır. Sonra Allah
yapmakta olduklarını birer birer ortaya koyarak onları hesaba çekecektir..
Müminlerin otoriteleri, Allah, Rasulü ve müminlerdir.
5/55 Sizin veliniz, dostunuz, koruyucunuz, emrinde oldu-ğunuz otorite yalnız
Allahtır, Rasulüdür, iman edenlerdir. Onlar namazı âdâbına riâyet ederek,
aksatmadan âşikâre kılanlar, cemaatle namaza muntazam bir şekilde devam ederek,
saygıyla Allahın
emirlerine itaat edip, İslâmî faaliyetlere - kamu hizmetine katılarak,
vicdanlarını, servetlerini, sosyal bünyelerini arındıran, berekete vesile olan
zekâtı verenlerdir.
5/56 Allahın,
Rasûlünün ve iman edenlerin velâyetini, hâkimiyetini, idaresini, korumasını
kabul edenler bilsinler ki, Allahın orduları, onun tarafında olanlar, işte onlar galip geleceklerdir.
Şâridir, kanun koyucudur.
7/157 Önlerindeki yazılı ve şifahî bilgileri, sünneti içeren Tevrat ve İncilde
adının yazılı olduğunu gördükleri Ümmî Rasule, Mekkei, aslı nesli belli,
öğrenim görmeyen, idraklerin ötesini kavrayabilen bütün insanlığın peygamberine,
onun sünnetine tâbi olanlara, o, iyiliği, meşrû olanı emreder, Kuranın
ve sünnetin hükümlerini, İslâmî kurallarla örtüşen örfü, ilmî verileri,
müminlerin tasvip ettiği, icrasında hayır gördüğü, planları, programları,
âdaleti uygulayarak, kamu düzenini sağlar. Şeriatın suç saydığı ve haram
kıldığı, kamu vicdanının tasvip etmediği, müminlerin icrasında hayır görmediği
şeyleri yasaklayarak, önleyici tedbirler alarak kamu güvenliğini temin eder,
temiz ve iyi şeyleri onlara helâl kılar; murdar ve pis şeyleri de onlara haram
kılar; omuzlarındaki ağır sorumlulukları, riâyeti güç sınırlamaları, altından
kalkılmaz katı hükümleri kaldırır, onları müsamahalı bir düzene kavuşturur.
Onları baskılardan kurtarır, hürriyetlerine kavuşturur. İşte o peygambere iman
edip, ona saygı gösterenler, ona yardım edenler, onunla birlikte, indirilen
nura, Kurana tâbi olanlar, işte onlar kurtuluşa, ebedî nimetlerle mutluluğa
erenlerdir.
9/29 Kendilerine verilen kutsal kitapların hükmünce sorumlu tutulanlardan
Allaha, Allaha imanın gerektirdiği esaslara ve âhiret gününe iman etmeyenler,
Allahın
ve Rasulünün haram kıldığı şeyleri haram saymayanlarla, Hak Dini, şeriatı, din,
şeriat ve medeniyet olarak kabul etmeyenlerle, kendi rızalarıyla boyun eğip,
İslâm devletinin otoritesini, şerî hükümleri kabullenerek, kendilerine sağlanan
imkânların karşılığı cizyeyi verir hale gelinceye kadar savaşın.
24/56 Namazı âdâbına riâyet ederek, aksatmadan kılın. Vicdanlarınızı,
servetinizi, sosyal bünyenizi arındıran, berekete vesile olan zekâtı verin.
Rasulullaha itaat edin, tebliğine, teşriine, sünnetine uyup uygulayın. Bunlar
rahmete ve merhamete mazhar olmanıza vesiledir.,
33/36 Allah ve Rasulü bir planı icraya karar verdiği zaman, Kuran ve sünnetteki
emirler, hükümler söz konusu olunca, mü-min bir erkeğin ve mümin bir kadının,
şahsî düşünce ve kararlarına dayalı başka tercihlerini di ate almaları mümkün
değildir. Kim Allaha ve Rasulüne bağlılığı ve saygıyı terkeder, emirlerine
itaat etmez, savsaklar ve rızalarını gözetmez, Kurânı
ve sünneti uygulamazsa açıkça dalâlete düşmüş, şaşkınlık ve cehalet içinde
kalmış olur.
49/1 Ey iman nimetine kavuşanlar, kendi düşüncelerinizi, kararlarınızı, şahsî
işlerinizi Allah ve Rasulünün emrinin, hükmünün, Kuranın,
sünnetin önüne geçirmeyin. Allaha sığının, emirlerine yapışın, günahlardan
arınıp azaptan korunun. Allah her şeyi işitir, her şeyi bilir.
Hz. Muhammed s.a.in peygamberliğine iman, mümin ve Müslüman olmanın olmazsa
olmaz şartıdır. Allaha kulluk ve ibadetin içindeki İslâmî esaslardan biri de
ona imandır.
3/86 Kitaplarında vasıfları belirtilen peygambere iman ettikleri halde,
Muhammedin Allah tarafından gönderilen hak peygamber olduğu bilgilerinin
doğruluğunu göre göre, kendilerine apaçık âyetler deliller geldikten sonra,
inkâr bataklığına giren kavimlere, yahudilere ve hristiyanlara Allah nasıl
hidâyeti, doğru yolu nasip eder? Allah küfrü imana tercih eden, Allah yoluna,
Allah yolundaki faaliyetlere engel olan zâlim bir kavme, bir topluma doğru yolu
gösterme lütfunda bulunmayacak.
4/61 Onlara:
- Allahın
indirdiğine, Kurâna ve Allahın Rasûlüne, onun sünnetine gelin, onlara başvuralım. denildiği zaman
müslüman görünerek İslâma karşı gizli eylem planları ve eylem yapan
münâfıkların, senin faaliyetlerine karşı daha ağır tedbirler aldıklarını
görürsün.
4/136 Ey iman nimetine kavuşanlar, Allaha, Rasûlüne, Rasûlüne bölüm bölüm
indirdiği kitaba, Kurâna, daha önce indirdiği kitaplara hakkıyla iman edin.
Kim Allahı,
meleklerini, kitaplarını, Rasullerini, son günü, âhiret gününü inkâr ederse,
büsbütün haktan uzaklaşarak sapmış olur.
7/158 - Ey insanlar, ben sizin hepinize, göklerin ve yerin mülkü ve
hâkimiyetine sahip olan Allahın
emirlerini tebliğ ile görevlendirdiği Rasûlüyüm. Ondan başka ilâh yoktur. O
hayat verir ve öldürür. O halde, Allaha; Allahın
kelâmına, kitaplarına âyetlerine, mûcizelerine, emirlerine, hükümlerine iman
eden ümmî Rasûlüne, Mekkeli, aslı nesli belli, öğrenim görmeyen, idraklerin
ötesini kavrayabilen bütün insanlığın peygamberine iman edin. Ona, onun
sünnetine tâbi olun ki, hak yola girmiş olasınız. diye ilan et.
9/80 Onlar için bağışlanma dile, yahut bağışlanma dileme; onlar için yetmiş kere
bağışlanma dilesen de Allah onları affetme-yecek. Bu, onların, Allahı
ve Rasulünü inkârda ısrar etmeleri, küfre saplanmaları sebebiyledir. Allah
fâsık, günahkâr ve âsi bir kavme doğru yolu gösterme lütfunda bulunmayacak,
hidâyet, başarı, nasip etmeyecek.
57/28 Ey iman nimetine kavuşanlar, Allaha sığının, emirlerine yapışın,
günahlardan arınıp, azaptan korunun. Rasulüne, Muhammede iman edin ki, Allah,
rahmetinden size iki pay versin, size aydınlığında yürüyeceğiniz bir nur ihsan
etsin, günahlarınızı affetsin. Allah çok bağışlayıcı ve engin merhamet
sahibidir.
Hem son peygamber, hem de, bütün peygamberlere tasdik mührü vuran peygamberdir.
33/40 Muhammed gerçekte sizin yetişkin erkeklerinizden hiçbirinin babası
değildir. Fakat Allahın Rasulü, ve bütün peygamberleri tasdik eden, belgeleyen, peygamberlerin
sonuncusudur. Her şey, Allahın
ilmi, planı, iradesi dahilinde gerçekleşmektedir.
Bunu Hz. Peygamber bir hadislerinde şöyle ifade etmektedir:
Allah beni altı özelliğimle diğer peygamberlere üstün kıldı.
Bana az sözle çok mana ifade etme kabiliyeti verildi..
Düşmanlarımın yüreklerine korku düşürülerek bana yardım edildi.
Harpte alınan ganimetler bana helal kılındı.
Temizlenmek ve ibadet etmek için bütün yeryüzü temiz hale getirildi ve mescite
çevrildi
Bütün mahlukata özgürce sorumluluklarımı yerine getirmek üzere peygamber olarak
görevlendirilip gönderidim.
Peygamberler benimle son buldu.
Hz. Muhammed s.a.in görevlendirilmesiyle birlikte bütün insanlık Hz. Muhammed
s.a.in ümmetidir. Geçmiş peygamberlerin görevleri sona ermiştir. Onlara
yalnızca iman edilir. Hz. Muhammed s.a.in dışında Mûsevî, İsevi diye herhangi
bir peygambere ümmet olmak, tabi olmak mümkün değildir.
Müslümanlar Hz. Muhammed s.a.in davetini kabul eden ümmetidir.Müslümanların
dışındaki bütün insanlar da Hz. Muhammed s.a.in davetine muhatap olan
ümmetidir.
Hz. Muhammed s.a. ile birlikte peygamberlik sona ermiş ama, peygamber ocağı
sönmemiş, tütmeye devam etmiştir.
108/1 Biz Kevseri, peygamberliği, Kurânı,
hayrı ilke edinen bir ümmeti, dünya hakimiyetini, âhiret saadetini, lütfumuz ve
ihsanımızla sana verdik.
108/2 Bu sebeple, Rabbinin rızasını kazanmak için dua ve niyazda bulunarak
bayram namazı kıl, Kurban Bayramında, kurban kesme günlerinde Rabbinin rızasını
kazanmak için kurban kes.
108/3 Asıl sana buğzedenin, hınç duyanın, işte onun soyu kurumuş, ocağı
sönmüştür, dünyevî ve uhrevî hayırdan yok-sundur..
Hz. Muhammed s.a. ile birlikte olan ilk nesil eshab ve onları takibeden iki
nesil, devraldıkları İslâm bayrağının sorumluluğunu hakkıyla yerine
getirmişlerdir.
Selman-ı Farisinin de içinde bulunduğu Rasulullahın
meclisinde eshab 47/38 âyetinin sonundaki kimselerin kimler olduğunu sorunca,
Rasulullah; Selmanın dizine (veya omzuna) vurarak:
- Bu ve hemşehrileri. demiştir. Devamla da:
- Faris ülkesinde öyle yiğit kimseler olacak ki, iman Süreyya yıldızında asılı
kalsa bunlar imanı oradan alıp sahiplenecekler. buyurmuştur.
47/38 Bakın ey müminler, sizler, Allah yolunda, İslâm uğrunda karşılık
gözetmeden gönüllü harcamaya çağırılıyorsunuz. İçinizden cimrilik edenler, mâlî
mükellefiyetleri yerine getirmeyenler var. Kim cimrilik eder, mâlî
mükellefiyetleri yerine getirmezse, sırf kendi nefsine karşı kendi aleyhine
cimrilik etmiş, kamu düzeninin bozulmasına, güvenliğin sarsılmasına sebep olmuş
olur. Allah zengindir, muhtaç değildir, siz ise fakirsiniz, muhtaçsınız. Eğer
iktidara gelir, şerî mükellefiyetleri yerine getirmez, itaatten yüz çevirir,
güç ve iktidarınızı kullanarak halkı istediğiniz istikamette yönlendirmeye devam
ederseniz, Allah, yerinize başka kavimler getirir, bu işin başına geçirir. Şunu
üstüne basarak belirtelim ki, onlar sizin gibi gevşek, duyarsız, sorumsuz
davranmazlar.
Hadis şarihleri, hicri 3. asırdan itibaren Selmanın
hemşehrilerinin İslâma yaptıkları büyük hizmeti anlatırlar da, Türkü telaffuz
etmezler. Halbuki Selman-ı Farisî İsfanın
Ciy kasabasındandır ve Türk olma ihtimali de % 99.9dur. Rasulullahın bu sözleri
söylediği dönemde Bağdattan Hindistana kadar olan bölgenin adı Faris
ülkesidir. Faris bir ırkı değil bir coğrafi bölgeyi ifade etmektedir. Herat,
Gazvin, Merv, Horasan, İsfahan gibi birçok Türk şehri bu bölgeye dahildir. Hatta
sasaniler, İsfahandaki Türk nüfusu eritmek için, İsfahanı imparatorluklarına
başkent yapmışlar. Fakat Türkleri eritmeyi başaramamışlardır. Bunlar,
belgelendirmeye ihti-yacı olmayacak açık tarihi hakikatlerdir.
Müsned-i Ahmed 4/335 de nakledilen:
Kostantiniyye mutlak fetholunacaktır. O fethi sağlayan devlet başkanı, onu
gerçekleştiren komutan ne güzel komutandır. O fethe katılan ordu ne güzel
ordudur. hadisi ile 5/54 deki Allahı
seven ve Allahın
sevdiği milletin bugüne kadar Türkten başka bir kavim için anlaşılmamasını ve
Rasulullahın
Selmanın
hemşerilerinin yerine geçecek başkalarını zikretmemesi sebebiyle İslâmın
bayrağı, devleti ebed müddetin bayrağıdır. Bu millet ergeç tarihi misyonuna
sahiplenecektir.
5/54 Ey iman nimetine kavuşanlar, sizden kimler dininden döner, şerîatından
vazgeçer, medeniyetini terkeder, yaratılışına uygun değerlerin yaşandığı hayatî
yoldan saparsa Allah onların yerine, sevdiği ve kendisini seven, müminlere
karşı alçak gönüllü, kulluk sözleşmesindeki ortak taahhütlerini, Allaha iman,
kulluk ve sorumluluk bilincini şuur altına iterek örtbas edip inkârda ısrar eden
kâfirlere karşı onurlu ve İslâmın
izzetine sahip, başları dik, kudretli, hükümran bir kavim getirecektir. Onlar,
Allah yolunda, İslâm uğrunda, hayatlarını ortaya koyarak, konuşarak, yazarak,
hesapsız servet harcayarak cihad ederler. Hiçbir kimsenin kınamasından,
dedikodusundan da korkmazlar. Bu azim ve irade Allahın
bir lütfudur. Bunu sünnetine, düzeninin yasalarına uygun olarak, iradesinin
tecellisine tâbi, akıllı ve sorumlu kimselere verir. Allahın
rahmeti geniştir. İlmi herşeyi kucaklar.
24/55 Allah, içinizden imanda kemale erip hâlis niyet ve amaçlarla, İslâm
esaslarını, İslâmî düzeni hayata geçirenleri, iş barışı içinde bilinçli, planlı,
mükemmel, meşrû, faydalı, verimli çalışarak nimetinürünün bollaşmasını
sağlayanları, yerinde, haklı çıkışlar yaparak, düzelmeye, iyiliğe, iyileştirmeye
ön ayak olanları, cârîkalıcı hayırlar-sâlih ameller işleyenleri, kesinlikle
başkalarının yerine geçirip yeryüzüne sahip ve hâkim kılacağını, onlardan
öncekileri sahip ve hâkim kıldığı gibi, sahip ve hâkim kılacağını; kendilerine
lâyık görerek beğenip seçtiği dinlerini, şeriatlarını, medeniyetlerini, İslâmı yeryüzüne yerleştirip, kök saldıracağını, kuvvetlendireceğini; güçlü ve
itibarlı hale, iktidara getireceğini; korkularının ardından emniyet ve güven
sağlayacağını onlara vadetti.
Onlar beni ilâh tanırlar, candan müslümanlar olarak bana bağlanırlar, saygıyla
bana kulluk ve ibadet ederler. İlâhlığımda, otoritemde, mülkümde,
tasarruflarımda bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar, gizli şirke düşmezler, başka
otoriteler kabul etmezler. Kimler bundan sonra, inkâr eder, küfre saplanır, bu
nimetlere nankörlük ederse, işte onlar fâsıkların, günahkârların, âsilerin ta
kendileridir.
Müslümanlık Mekke de doğmakla birlikte Medine de ayağa kalkmış, müesseselerini
Medine tamamlamış bir dindir. Hz. Muhammed s.a.in Medine hayatını her
müslümanın tekrar tekrar tahlil etmesi gerekir.
Hz. Muhammed s.a Medineye girince devesi Adbayı serbest bıraktı. Deve Beni
Neccara âit iki yetimin malı olan boş bir arsaya çöktü. Burasını satın alan
Peygamber arsada bir mescid, yeri yurdu olmayanlara bir barınak (suffa) ve
kendi ailesi için de ikametgâh olmak üzere bir kaç oda (Ravza-i Mutahhara)
yaptırdı. İnşaat bitinceye kadar da Ebû Eyyûb Hâlid r.a.in evinde misafir
olarak kaldı. Bundan sonra azadlısı Zeyd ile Ebû Râfii Mekkeye gönderdi.
Onlardan eşi Sevda ile kızları Ümmü Külsûm ve Fâtımayı, Hz. Ebû Bekirin eşi ve
kızlarını Medineye getirmelerini istedi. Medineye yerleştikten sonra Resûl-i
Ekremin hayâtı yepyeni bir gelişme gösterdi. Bu devrede, o, yeni dînin meydana
getirdiği toplumu yaşatabilecek, geliştirebilecek, maddî ve manevî her türlü
güçlerle teçhiz edebilecek tedbirleri alan bir teşkilâtçı, insanları aydınlatan,
savaş güçlerini sevk ve idare eden bir komutan ve devlet başkanı olarak kendini
tanıttı. Bu özellikleriyle Peygamberle geçmiş peygamberler arasında en yakın
benzerlik Hz. Mûsâda vardır denilebilir. Hz. Mûsâ, cemaatini Firavnın
elinden kurtarıp Arz-ı Mevûda getirerek müstakbel Yahûdî devletinin
temellerini nasıl atmışsa, Hz. Muhammed s.a de küçük cemaatini Medinede toplayıp
Medinelilerin de yardım ve katkılarıyla İslâm devletini bizzat kurmuştur. Bu
bakımdan Peygamberin hayatının Mekke devresi Hz. Îsânın biset i gibi irşâd,
îkaz ve inzâr ile geçmiş olduğu halde, Medine devresi çok hareketli ve canlı,
yeni toplumun kuruluş devresi olmuştur. Mekkede iken aldığı ilâhî emirlerde
tevhîd ve îman düsturları söz konusu olduğu halde, on yıllık Medine hayatı,
toplum dokusunu ören hukukî ve sosyal kuralların konulduğu bir devre olmuştur.
Onun Medinede karşılaştığı ilk ve en önemli konu, Mekkeden göçen 186 aile ve
Ensâr ile 1500 nüfusu bulan Müslüman topluluğu kaynaştırmak ve Mekkeli
Müslümanlara yeni yaşayışlarını sevdirmek olmuştu. Bunun için büyük bir toplantı
yaptı. Onlara basit bir çözüm yolu göstererek samimî işbirliğine davet etti.
Buna göre Medineli her aile, hiç olmazsa varlıklı olanlar, Mekkeli bir aileyi
bağrına basıp kardeş edinecekti. Birlikte yaşayan iki kardeş, beraber
çalışacaklar ve elde ettiklerini birlikte bölüşeceklerdi. Ensâr (Yardımcılar)
bu teklifi gönülden benimsedi. Hattâ bu kardeşlik (müâhat) tarafların
birbirlerine vâris olmalarına kadar gidiyordu. Muhacirler de Ensârın
bu anlayışını cevapsız bırakmadılar. Kardeşlik yoluyla elde ettikleri
varlıkları, kendilerini kalkındırdıkları anda kardeşlerine iade etmekten geri
kalmadılar. Böylece, Hz. Peygamber İslâm topluluğunu maddî ve manevî bağlarla
kaynaştırmış oldu. Bu başarı İslâmın
zafere ulaşmasını sağladı. Çünkü, Medine ortamı sadece Muhacirler ve Ensârdan
ibaret değildi. Sitede az sayıda da olsa Hıristiyanlığa meyyal kimseler
bulunduğu gibi şehir içinde ve çevrede pek çok Yahûdî topluluğu da vardı.
Müslüman toplumu bu çok kültürlü çevre içinde maddî olduğu kadar manevî bakımdan
da techîz etmek gerekiyordu. Bunun için, Peygamber, önce Müslüman Medinenin
sınırlarını tesbit ettirdi. Medineyi Harem (kutsal belde) ilân ettikten
sonra. Kâb b. Mâliki bu sınırları gösteren işaretleri dikmekle, görevlendirdi.
Böylece ilk İslâm devletinin sınırları kuzeyde Eyr ve güneyde Sevr dağları
arasındaki vâdî olmak üzere belirlendi. Bu vâdî içinde yaşayan Yahûdî
kabilelerine Müslümanların himayesinde ittifaklar yapma hakkı kısıtlı olarak
tanındı. Yahûdîler ancak Müslüman aile ve kabilelerle anlaşma yapabilirler,
Müslümanlara karşı olan ittifaklara giremezlerdi. Buna karşılık dinî ve şahsî
özgürlükleri teminat altına almıyordu. Müslüman olanlar ise Kureyşe âit hiç bir
şeyi koruyamaz, saklayamazlardı. Toplumun yönetiminden bütün konularda Hz.
Peygamber sorumlu idi. Sahabeleri ancak ona yardımcı olabilirlerdi. Aile içinde
ve toplumda artık eski yaşama tarzı bırakılmalı daha müttakî bir hayat sürülmeli
idi. Müıninler şimdi beş vakit namazdan başka, bir ay Ramazan orucu, Cuma
namazını hep birlikte kılma, içki içmeme, fala bakmama, kumar oynamama
yükümlülüğü gibi sorumluluklarla daha disiplinli bir toplum oluşturmaya
yöneldiler. Hz. Peygamberin Medine hayatı çeşitli olaylarla doludur ki,
Peygamberin Medinede Muhacirler ile Ensârı disiplin altına almak, Yahûdîleri himayekâr ittifaklara bağlamak
suretiyle sağladığı otoriteye rağmen, ilk yıllarda onun yine de şehirde kesin
bir hâkimiyet kurduğu iddia edilemez. Ne var ki, Medinedeki bu muhalefet
azınlıkta idi. Fakat, Mekke müşrikleri onu istismar etmeye çalışıyorlardı. Onun
başarısı ile kendi sistemlerinin, rejimlerinin yok olacağını şimdi daha iyi
anlamışlardı. Resû-lullahın
Medineye varışından az sonra, Mekke liderlerinden Ebû Süfyân ile Ubeyy b.
el-Halef, Medinelilere bir mektup göndererek onları tehdit ettiler ve
Peygamberi sitelerinden atmalarını istediler. Ancak Ensâr bu mektubu reddedince
bu defa da Medineli muhaliflere (Münâfiklara), Abdullah b. Ubeyy ve
arkadaşlarına bir ültimatom gönderdiler. Medineye karşı savaş açmak,
erkeklerini öldürmek, kadınlarını esir almak kararında olduklarını bildirdiler.
Peygamber ve arkadaşları Hicretin birinci yılı sonlarında kendilerini savunma
kararına vardılar. Böylece islâm dîni tarihinde Cihad ilkesi yer almış oldu.
Peygamber bu kararın ilk uygulaması olarak Kureyşlilere silâhlı bir heyet
göndererek Müslüman egemenliğindeki topraklara Kureyşlilerin gezi, ticaret, av,
otlak ve kervan geçirmek üzere girişlerinin yasaklandığını bildirdi. Bu yasak
sadece Kureyşe karşı idi. Öteki putperest Arap kabilelerini bu yasağın dışında
tutuyordu. Bu suretle Peygamber, Kureyşin tek başına kalmasını sağlamış oldu.
Amcası Hz. Hamza ile akrabalarından Ubeydullah b. el-Haris ve Sad b. Ebî Vakkas
komutasında sevkettiği askerî müfrezeler (seriyyeler) Peygamberin kararını
tatbik edebileceğini ispatladılar. Bu arada Abdullah b. Cahş komutasındaki bir
müfreze Mekkeli bir ticaret kervanına baskın vermekle, Mekke ile Medine arasında
savaşı filen açmış oldu. Arkasından Bedir savaşı yapıldı. Bedir zaferi,
Arabistan ortamında büyük akisler yaptı. 14 şehide karşı 70 ölü ve bir o kadar
da esir bırakan Mekkeliler kaçtılar. Savaştan sonra Peygamber, esirlerin
durumunu sahabeleri ile görüştü. Her Kureyşli esir 4 000, mevâlî (Kureyşe bağlı
olan yabancılar) ise bunun yarısı kadar fidye ödemek suretiyle
kurtulabilecekler. Okuma yazma bilen esirler de 10 Müslüman çocuğa okuma yazma
öğrettikten sonra hürriyetlerini kazanabileceklerdi. Böylece Mekke 250 000
dirhem para ödemek zorunda kaldı. Zafer Müslümanlar arasında büyük sevinç
yarattı. Ancak, Mekke halkı bu zaferi hiç bir zaman hazmedemedi. Kureyş, kuzey
yolu tamamen kesilmiş olduğundan şimdi, ticaretini Irak üzerinden yürütüyordu.
Peygamber bu yolu da kesmek için Zeyd b. Harise komutasında bir müfreze
görevlendirmişti.Bu müfreze Kureyş kervanını vurarak yüzbin dirhemle döndü. Bu
arada Hicretin üçüncü yılında Mekke, Müslümanlara karşı üç bin kişilik bir
kuvvetle saldırıya geçti. Peygamberin stratejisine uymadıklarından
Müslümanların bozgunu ile biten bu savaşta Hz. Peygamber hafifçe yaralandı. Onun
öldürüldüğü şayiası neredeyse Müslümanların dağılmalarına sebep oluyordu. Ancak,
Mekke ordusu bu başarıdan gereği gibi yararlanamadı. Böylece, bozgun 70 kadar
şehid vermekle kapandı. Peygamber, savaştan sonra Müslüman topluluğunu iyice
disipline edecek tedbirleri aldı. İçki ve kumar yasağı kesinleşti. Ayrıca,
kadının durumunu düzeltecek kararlar aldı. Özellikle ailede mîrâsın
dağıtılmasında anneden kız toruna kadar, kadın akrabaların da hak sahibi
oldukları ilkesini getirdi. Ayrıca yoksulların bakımını sağlamak üzere yeni
vergiler konmuş oldu. Uhud bozgunu, Müslümanlığa karşı olan kabileleri ve
müşriklerle işbirliği yapan Yahudileri cesaretlendirmişti. Böylece Mekkenin
liderliğinde kuzeyde Dümetül-Cendele kadar uzanan bir müttefikler grubu
teşekkül etti. Peygamber bu grupları parçalamak için her ne kadar Benî Müstalik
üzerine başarılı bir sefer, Dümetül-Cendele karşı da bir gösteri yürüyüşü
yaptı ise de düşmanların Medine üzerine saldırmalarını önleyemedi. Öte taraftan
Hz. Âyşeye yapılan bir iftira ile, ailesine sürülmek istenen lekeyi, temizlemek
gibi ailevî konularla da uğraşmak zorunda bırakılırken, Allah Teâlâ Nur 11-17.
âyetleriyle müminlerin annesini temize çıkarıyordu. Hendek savaşı,
Müslümanlığın kesin zafere ulaşmak fırsatını bulmasına yaradı. Artık Mekke
üstünlüğünü yitirmiş, Medine gittikçe artan bir hızla Arabistana ve yarımadanın
kuzey kesimlerine hâkim olmaya başlamıştı. Hz. Peygamberin bu safhada geniş
ölçüde ittifaklara dayanarak barışçı yolları tercih ettiği görülür. Askerî gücü
arttıkça, onun insan kanı dökmemek için daha fazla gayret sarfettiği gelişen
olaylarla sabittir. Kabileler arası ittifakları, daha sonra muhaliflerinin ve
onu inkâr edenlerin dillerine doladıkları evlenmeler ile kuvvetlendirdiğini de
belirtmek gerekir. Gerçekten de Mekkenin Müslüman olmuş veya müşrik
aristokratlarının kızlarıyla evlenerek, iç ve dış ortamı İslâmiyet çıkarlarına
uygun olarak düzenlemeye çalıştı. Bu arada dış ülkelerle İran Kisrâsı, Bizans
imparatoru, Mısır umumî valisi, Habeş İmparatoru ile de temaslara geçerek dış
dünyaya açılmak istedi.Diplomatik mektuplarında kralları hem İslâma hem de
İslâm adına faaliyete, propaganda yapmaya davet ediyordu. Habeş İmparatoru,
nikahladığı Ümmü Habîbeye 400 altın dînâr çeyiz vermek, Mısır umumî valisi ona
bazı armağanlarla birlikte, daha sonra eşi ve oğlu İbrahimin annesi olacak olan
Mâriye ile kızkardeşi Sîrîni göndermek suretiyle bu ilk temaslara cevaplar
vermişlerdi. Bu evliliklerle Hz. Peygamberin aile hayatı gelişmekle beraber
Hadîcenin yeri gönlünde hiç bir zaman kaybolmamış; hâtırası daima taze
kalmıştı. Bu dönemde Peygamberin hayatında Hz. Âyşenin de önemli bir yer
tuttuğu hatırdan çıkarılmamalıdır. Ancak, eşleri arasındaki sürtüşmeler, onların
mizaçlarını, zaaflarını ve kaprislerini büyük bir müsamaha ile karşılayan Hz.
Peygamberi bile şaşırtacak kadar sık oluyordu. Hz. Peygamber bu durumda
eşlerini boşamadı, fakat bir süre için ayrı yaşama kararı aldı. Bu haber, Medine
ve Mekke ortamında büyük bir velvele yarattı. Süre dolunca Peygamber normal aile
ilişkilerine döndü. Hz. Peygamberlerin Mâriyeden olan çocuğu, İbrahim onu pek
sevindirmişti. Hadîceden olan altı çocuktan sonra, bu oğlu ona babalık zevkini
yeniden tattırmıştı. Fakat, İbrahim de öteki oğulları gibi erken öldü. Onun
ölümü Peygamberi çok sarstı. Cenazeyi kendi eliyle mezara indirdi. O gün güneş
tutulmuş olduğundan Müslümanlar bunu ilâhî bir matem alâmeti saydılar. Fakat
Peygamber, bu bâtıl inanç karşısında sessiz kalmadı:
Yıldızlar hiç bir yaratığın ölümü için kendilerini gizlemezler dedi. Bu da
onun Hak yolunda hiç bir tâvize razı olmadığını gösterir. Hz. Peygamber mutlak
manevî üstünlüğü yanında askerî ve siyasî gücünün de yeter ölçüye ulaştığına
kanî olunca, umre yapmayı uygun gördü. 1400 kişilik bir kafile ve 70 kurbanlık
deve ile Kabeyi ziyaret için hareket etti. Medine ile Mekkenin sınırı olan
Hudeybiyeye geldiğinde, Mekke, taraflar arasında bir anlaşmaya varmak için
görüşmeye razı oldu. Bu anlaşma ile ve Mekkeyi tarafsız hale koyarak Hz.
Peygamber Kureyşin en güçlü müttefiki Hayber üzerine yapacağı seferde arkasını
emniyete aldı. Ondan sonra da Fedekı
Vâdil-Kurâyı ve çevredeki bütün müstahkem mevkileri ele geçirerek Medineye
döndü. Peygamberin İslâmiyeti tebşîr için gönderdiği elçilerden, Busradaki
Gassanî prensi Münzire gideni öldürülmüş, Kisrâ Husrev Pervîze gönderileni ise
Şâhın sarayından koğulmuştu. Bu tür kimselere yazdığı davet mektuplarında selam
sadedinde yazıldığı zannedilen ifade ile Resulullah s.a muhatabını tehdit
ediyor: Allahın
hidayet rehberiyle öğrettiği dine girip uygulayanlara, hukukun üstün, hakkın ve
adaletin belirleyici güç, barışın hakim olduğu güvenli bir dünya düzeni ve
selamet yurdu cennet vardır. diyordu. Peygamber, İran Şahlığının bu tutumu ile
çok yakında yıkılıp gideceğini müjdelerken, Gassanî prensini yola getirmek için
de üzerine, Zeyd komutasında üç bin kişilik bir kuvvet sevketmişti. Mütede
yapılan çarpışma Müslüman birliğinin dağılması ile sonuçlandı. Dağılan İslâm
ordusunu ancak Hâlid b. Velîd toparlayabildi. Medine İslâm devletinin, doğuda
Lahsa ve Bahreyne kadar uzanması, Bizans imparatorluğunun ileri bir karakolu
olan Gassanî prensliği ile savaşa tutuşması, Mekkeyi iyice endişelendirmişti.
Bu arada Peygamber Hudeybiye anlaşması gereğince Kâbe yi ziyaret etmiş, bu kaza
umresi onun daha da kuvvetlenmesine yol açmıştı. Mekke ondan artık iyice
korkmakta idi. Hz. Peygamber on bin kişilik bir kuvvetle Mekke üzerine yürüdü.
Böylece, putperestlik bitmiş, Hak gelmiş, bâtıl yok olmuştu. Mekkenin fethini
çevredeki putların kırılması ve puthânelerin yıkılması, Huneyn ve Tâif zaferleri
izledi. Hicretin onuncu yılı İslâmın en parlak gösterisine sahne oldu. Peygamber yüzkırk bin Müslümanla
son hac ibadetini yaptı. 9 Zilhicce Cuma günü Arafatta yaptığı veda
konuşmasında ölümünün yaklaştığını açıkça belirtti. Aynı gün Kurân-ı Kerîmin
son âyeti de inmiş oldu. Böylece, Hz. Muhammed s.a 610 yılı Ramazan ayının 27.
gecesi başlayan peygamberlik görevi yerine getirilmiş oluyordu. Medineye
dönüldükten sonra Usâme b. Zeyd komutasında, kuzeye gönderilecek orduyu
hazırlarken Hz. Muhammed s.a birden hastalandı. Hastalığının mâhiyeti kesinlikle
bilinemiyor. Bir rivayete göre içtiği sudan gelen bir enfeksiyon, bir rivayete
göre de vaktiyle Hayberdeki zehirlenmenin nüksettiği ileri sürülmektedir.
Resûlullahın
hastalığı eşlerinden Meymûnenin odasında iken birden şiddetlendi. Yedi gün
yataktan çıkamadı. Daha sonra kendi isteği ve öteki eşlerinden aldığı izinle
Ayşenin odasına taşındı. Hastalıktan dermansız hâle düşünceye kadar imamet
görevini elden bırakmadı. Hakka yürümesinden iki gün önce Fadl b. Abbâs ve Hz.
Alîye dayanarak Mescide geldi. Ağır ağır minbere çıktı. Toplananlara,
Şayet birinize karşı fena bir davranışım oldu ise aynı ile kabule hazırım, kime
vurduysam işte sırtım, gelsin vursun, kimin alacağı varsa işte malım alsın.
diyerek ashabı ile helâlleşti. 8 Haziran 632 tarihine rastlayan Rebîülevvel
ayının Pazartesi günü sabah namazı için tekrar mescide geldi. Hz. Ebû Bekirin
arkasında, oturduğu yerde namazını kıldı. Sonra çevresinde toplananlara:
Ben Kuranın
helâl kıldığını helâl, haram eylediğini de haram ettim. Daha önceki ümmetler
peygamberlerinin, din ulularının mezarlarına tapınmayı âdet edinmişlerdir. Sizi
böyle davranmaktan men ederim. dedi. Etrafına toplananlar, ölümden önce görülen
bu iyiliği hastalığının geçtiğine yorarak sevindiler. Halbuki, o, iyice
kuvvetten düşmüş bulunuyordu. Öğleye doğru ağırlaştı. Son dakikalarını yaşamakta
iken,
Yâ Rab. Ölümün şiddetine karşı bana kolaylık ver. Canımı tatlılıkla al. Allahım
sen beni bağışla. Bana merhamet et. Beni arş-ı âlâna kabul eyle diye dua
ediyordu. Başını Hz. Âişenin göğsüne yaslamış, yanındaki tastan elini ıslatarak
yüzünü sıvazlıyordu. Sonra, elini kaldırdı, parmağıyla göğe doğru işaret etti ve
son söz olmak üzere Refîk-ı Alâya, Yüce Dosta dedi.
Hastalığı sırasında ortaya çıkan yalancı peygamberlere karşı ciddi bir diplomasi
uygulayarak mektuplar yazıp mahalli güçleri harekete geçirerek mücadele etti.
Esved-i Ansiyi hakka yürümeden berteraf etti. Peygamberliğine ortaklık teklif
eden Müsey-limeyi de Hz. Ebu Bekir Yemame savaşında ortadan kaldırdı.
Ahmet TEKİN